Son bir kaç gündür Irak Kürdistan’ındaydım. Vardığım gün Musul Konsolosluğu’nda tutulan rehineler özgürlüklerine kavuştu. Ben de tesadüfen o gün Musul’un sürgündeki valisi Atil Nuceyfi’yle görüştüm. Ve doğal olarak kendisine yönelttiğim ilk soru rehinelerin neyin karşılığında bırakıldığı oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir takasın gerçekleşmiş olabileceğini ima etti. Nuceyfi de bir takastan söz etti.
AKP iktidarına yakınlığıyla tanınan Nuceyfi’nin aktardığına göre, rehineler serbest bırakılmadan bir hafta önce birtakım Sünni Türkmen IŞİD komutanların aileleri Sünni Türkmen mültecilerin aralarına sızarak ellerinde sahte kimlik belgeleriyle Türkiye’ye girmişler. Durumu tespit eden Türk yetkilileri aileleri IŞİD üzerinde baskı unsuru olarak kullanmış. Nuceyfi’nin dediğine göre, IŞİD’in komutanları arasında Arap’tan çok Sünni Türkmen varmış. IŞİD’in El Bağdadi’den sonraki ikinci adamı da Abdul Rahman Sheiklar adında yine Sünni Türkmen. Hâl böyleyken Türkiye ile IŞİD arasında iddia edilen ilişkilerin Nuceyfi’nin bahsettiği Türkmenler üzerinden yürüdüğü ihtimali var.
Ancak Cumhurbaşkanı’nın ABD’de koalisyona katılma yönündeki son açıklamaları bu iddiaları çürütmedi mi? En azından görünürde böyle. Zira IŞİD hakkında daha önce herhangi bir yetkilinin ağzına almadığı türden ağır ifadeler kullandı. Türkiye’nin bu canilere karşı askerî ve lojistik destek sağlayabileceğini ifade etti. Peki, bu değişimin gerçek sebebi rehinelerin bırakılması mıydı?
Bunun mutlak payı olmakla birlikte Suriye’de cihat yapmak için giden yabancı savaşçıların ana güzergâhı hâline gelen Türkiye’nin imajı fena hâlde sarsıldı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ifade ettiği gibi IŞİD’in petrol kaçakçılık faaliyetlerinin en önemli ayaklarında biri hâline geldi. Amerika’da bunların faturasının ne denli ağır olabileceğini kavrayan Erdoğan her zamanki pragmatizmiyle dümeni Amerika’ya doğru kırdı. Böylece Başbakan Davutoğlu’nun daha önceki gün “biz kimsenin sınavına tabi tutulamayız” sözleri havada kalmış oldu.
Amerika’yla masaya oturulurken, Türkiye’nin, sunduğu destek karşısında neler talep edebileceğini zaten biliyoruz. Birincisi tampon bölge. Çünkü hem yeni olası göç dalgasından korunmak istiyor, hem IŞİD teröründen. Aynı zamanda muhaliflere sınırımızda güvenli bölge sağlayarak halen vazgeçmediği Esad’ı devirme planlarını yeniden canlandırmayı hedefliyor. Amerika’nın bu öneriyi kabul etme ihtimali bana oldukça zayıf görünüyor. Ancak Suriye’yi bombalamasıyla birlikte denklem değişti.
Peki, Suriyeli Kürtler ve PKK’nın Suriye kolu olarak bilinen PYD bu tablonun neresinde?
Bilindiği üzere PKK ve PYD uzun zamandır Türkiye’nin IŞİD’i kendilerine karşı desteklediğini iddia ediyorlar. IŞİD’in Kobanê’ye yönelik son operasyonlarında yine Türkiye’nin parmağı olduğunu ve rehinelerin salınmasının Kobanê ile ilintili olduğunu savunuyorlar. Türkiye bu iddiaları şiddetle ret ediyor. Ve Başbakan’ın New York’taki demeçlerinden anlaşılıyor ki Türkiye hâlâ PYD üzerinde Esad’a karşı net tavır alması için müthiş baskı kuruyor. Son dönemde CIA’in hamilik ettiği iddia edilen birtakım Suriyeli muhalif gruplarla “ortak komuta merkezi” oluşturan PYD bu yönde adım atmış sayılabilir mi? Bu hamlesiyle en azından Amerika nezdindeki kredisini artırdığı söylenebilir. Ama bu da Türkiye’nin işine gelmiyor olabilir. Çünkü sonuçta Türkiye PYD’yi tümüyle kendisine bağımlı kılmak istiyor. Bu stratejinin bir ayağı PYD’yi PKK’dan uzaklaştırmak. Bu iddia üst düzey Iraklı Kürt yetkilileri tarafından dillendiriliyor. Hatta geçtiğimiz günlerde MİT Başkanı Hakan Fidan PYD ile Mesut Barzani arasında arabuluculuk teklifinde bulunmuş. Bu karmaşık ilişkiler sarmalında gerçekleri anlamak gün gittikçe zorlaşıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.