İki hafta önceki yazımda, siyasetin Yunanistan’da ekonomik büyüme krizini, Türkiye’de siyasal çürümeyi önleyecek, bu sorunları çözecek bir beceriyi gösteremediğini, bunun da siyasal sistemin çıkmazını koyulaştırdığını söylemiştim.
Geçen hafta başı uluslararası sistem aniden atak yaptı, yolunu kaybetmiş sürücülere çıkışa kadar eşlik eden motosikletli polisler gibi devreye giriverdi.
Pazartesi sabahına Euro Zirvesi’nde oybirliği ile Yunanistan konusunda anlaşmaya varıldığı haberine uyandık…
Salı sabahı da İran ile Batılı devletler arasında Viyana’da 17 gün süren nükleer müzakerelerde anlaşma sağlandığı haberi çıka geldi.
Çok uzun zamandır uluslararası sistem dışında seyreden İran geri dönerken, Yunanistan’ın da sistem dışı bir noktaya kayışı tüm zorluklara rağmen şimdilik önlendi.
***
Aslında Kıbrıs’taki, dolayısıyla Akdeniz’deki olumlu sinyalleri de bu gelişmelere ekleyebiliriz.
Avrupa Komisyonu’nun Ada’nın iki yanını adeta simgesel bir şekilde Hellim Peynir üzerinden barışçıl bir sükûnete doğru götürmesi ve bölgede olağanüstü hızlanan üst düzey trafik, uluslararası sistemin daha hızlı top oynamaya başladığının bir diğer işareti olarak yorumlanmalı bence.
***
AB, Çipras hükümetinin teknik bir sorunu siyasallaştırma çabalarına soğuk bir tepkisellikle cevap verdi ama Yunanistan’ın iflas etmesine de, eurodan çıkmasına da imkan bırakmadı, ağır bir kemer sıkma reçetesinde ise ısrarcı oldu.
Yunan hükümeti de çaresiz bir şekilde ekonomik krizi teknik bir alanda çözme konumuna geri döndü.
***
İran ise kredi kartının ve yabancı paraların geçmediği, zengin petrol rezervlerine rağmen uçaklarına yedek parça alamadığı için düşen uçaklarda sürekli insanlarını yitiren bir ülkeydi.
Geçen hafta itibariyle dünya sisteminin dışında uluslararası mezra olma konumundan vazgeçme kararı aldı.
***
Geçen hafta olanları, hem uluslararası ekonomik sistem, hem de Obama Doktrini açısından okumakta da fayda var.
Önce uluslararası ekonomik sistemdeki son gelişmeler açısından 21’inci yüzyıla bakalım.
Örneğin, yeni çağın Bretton Woods’u olmaya aday gözüken ABD ile AB arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması dünya ekonomisinin yarısını elinde tutan iki gücün dünyayı yeniden şekillendirmesi anlamına geliyor.
Ayrıca son günlerin en önemli ekonomik gelişmelerinden biri de Obama’ya diğer ülkelerle ekonomik müzakere yürütme konusunda geniş yetkiler tanıyan ‘Ticareti Geliştirme Yetkisi’nin yasalaşmasıydı.
Bu çiçeği burnunda yasa, ABD’nin Asya ve Pasifik Okyanusu çevresindeki ülkelerle müzakere ettiği Transpasifik Ortaklığı’nı hızlıca sonuçlandırmasına yardımcı olacak.
***
Transpasifik Ortaklığı, ABD ile birlikte Avustralya, Yeni Zelanda, Brunei, Kanada, Şili,Peru, Meksika, Japonya, Malezya, Singapur ve Vietnam olmak üzere 12 ülkeden oluşuyor. Bu 12 ülkenin toplam ticareti, dünya ticaretinin üçte birini oluşturmakta…
Üstelik anlaşmanın gelecek on yıl içinde söz konusu ülke ekonomilerine 220 milyar dolarlık bir zenginlik daha katacağı belirtiliyor.
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması ile Transpasifik Ortaklığı bir arada okunduğunda ise dünya ekonomisinin toplam 3’te 2’sinden ve dünyada yapılan ticaretin yüzde 60’ından söz ediyoruz.
21’inci yüzyıl dünya ekonomik sisteminin dinamikleriyle şekillenecek diyebiliriz.
Buna İran’ın serbest bırakılacak yüz milyarlık mal varlığı ile daha sonraki muhtemel refahını da eklersek, küreselleşmenin zenginleşme çabasının resmi görülür.
***
Gelişmelerin siyasal çehresini de anlaşılan o ki Obama Doktrini şekillendiriyor. Galiba sistemin Türkiye ile ilişkilerinin yeni seyrini de bu doktrine bakarak görmek gerekmekte…
ABD Başkanı Barack Obama, kendi adı ile anılan pratik ve esnek doktrinini geçen yıl,İran görüşmeleri çerçevesinde, New York Times Yazarı Tom Friedman’a, ‘ABD’ningücünü korumakla beraber diyaloğa öncelik vermek’ olarak açıklamıştı:
“İran’ın savunma bütçesi 30 milyar dolar. Bizim savunma bütçemiz 600 milyar dolara yakın. İran bizimle savaşamayacağını biliyor. Obama Doktrini’ni sordunuz. Doktrin şu:Diyalog kuracağız ama tüm kapasitelerimizi muhafaza edeceğiz.
Bu konuları diplomatik yollarla çözebiliriz. Muhtemelen daha güvende ve müttefiklerimizi koruma konusunda daha iyi bir pozisyonda olacağız. Ve kim bilir? İranda değişebilir. Eğer değişmezse de, caydırıcılık kapasitemiz, askeri üstünlüğümüz yerinde duruyor.”
***
Aynı röportajda Obama, bölgedeki gelişmeleri de önceden haber veriyordu:
“Suudi Arabistan gibi Sünni Arap müttefiklerimiz bazı dış tehditlere sahipler ama aynı zamanda bazı iç tehditleri de var. Bazı durumlarda yabancılaştırılan nüfus, işsizlik sorunu yaşayan gençler, nihilist ve yıkıcı ideoloji ve bazı durumlarda dertler için meşru bir siyasi çıkış yolu olmadığı inancı.
Bizim işimiz bu devletlerle çalışmak ve onlara ‘dış tehditlere karşı savunma kapasitemizi nasıl geliştirebiliriz ama ayrıca bu ülkelerde siyaseti nasıl güçlendirebiliriz’ demek.
Böylece Sünni gençler IŞİD’den başka bir seçenekleri daha olduğunu da hissederler.
Bence Sünni Arap müttefiklerimizin yüz yüze oldukları en büyük tehdit İran’ın işgali olmayabilir. Kendi ülkeleri içindeki tatminsizlikler de ciddi bir tehdit.”
***
Obama’nın bu açıklamaları ışığında Türkiye’ye gelebiliriz.
Türkiye, dünya ekonomik ve siyasal sisteminin ihtiyaçlarının tam tersini yapıyor.
Ülkenin zenginleşmesi çoktandır yerinde saymakla kalmadı, bir de muazzam bir yolsuzluk, hırsızlık ve talan başladı ve devam ediyor.
Ayrıca IŞİD dostluğu her şeyin önünde seyretti. Siyasal iktidar Sünni ittifak üzerinden Şia alerjisini rehber edindi.
Demokratikleşme ve refah artışı ile çözülebilecek olan iç tehditler umursanmadı.Sonunda dış politika çöktü, sıfır sorun yerine sıfır komşu hali gerçekleşti.
***
Tam da bu çıkmazda dünya Erdoğan’ın elinin uzanamayacağı bir AKP-CHP Koalisyonu arzuluyor gibi…Ankara kulisleri de gelişmelerin bu yönde olduğu sinyallerini veriyor.
AKP-CHP Koalisyonu gerçekleşirse öncelik çöken dış politikanın onarımı olacak.
Mesela CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başbakan yardımcılığıyla birlikte Dışişleri Bakanı olması kimseyi şaşırtmamalı.
Çünkü böyle bir formülün simgesel anlamı, pozisyonun kendisinden daha da büyük olacak ve son gelişmeler ışığında bölgeyi rahatlatması hedeflenecek.
***
Gelişmeleri okumaktan ziyade bu gelişmelere çelme takmaya çalışan Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki çember ise Reza Zarrap’tan Kürt Sorunu’na, gözle görülür bir şekilde daralıyor.
Siyasal akla ve çağın gelişmelerine kılıç salladıkça bu manzaranın seyir hızı belli ki dahada artacak.
Varsayın ki son anda Erdoğan bu gelişmeleri torpilledi, sonuç azıcık gecikir ama değişmez.
Gelişmeler bunu gösteriyor.
***
Bana geçen haftanın özetini sorarsanız, size tek cümleyle cevap veririm:
‘Uluslararası sistem, sorunları elemine etmek için birçok noktada harekete geçti.
’Yunanistan, İran, Kıbrıs derken Ankara siyasetini de bu eksende okuyun, tabloyu daha rahat görürsünüz.
Gecikme, savsaklanma, sallanma olsa da tablonun pek değişmeyeceğini bilin isterim. (gazete360.com)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.