Gülenci darbe girişimi sonrasında ekonomik aktörler darbenin ‘yapılmasını’ değil, ‘karşılanmasını’ önemsediler. Nitekim Ekim ayı başında dolar 3 liraydı… Geçen 3,5 ay sonunda düşürme müdahaleleri ile geçen haftayı 3,73’ten kapattı. Ortada yeni bir darbe girişimi olmadığı gibi, hükümetin doğru karar vermesini engelleyecek bir ortam da yok. Gelinen noktanın bizim yanlışlarımızdan kaynaklandığını gösteren en belirgin husus ise TL’nin sadece güçlü para birimlerine değil, dünyadaki tüm paralara karşı kaybetmiş olması.
FED’in politikası aylar öncesinden belliydi. Sonrasında Trump’ın genişlemeci bir çizgi izleyeceği kanaati de bunu besledi. Yani yurt dışında bir sürpriz yoktu. Kendi cenahımızda ise tüketim bazlı büyümede tıkanma yaşanıyor, cari açık ve enflasyon artıyordu. Finansman bulmanın zorlaşacağı, fonların sistemin merkezine kayacağı herkesçe malumdu… Ekonomi yönetimi açısından akılcı olan tedbir kısa vadede dövizin yükselmesinin önlenmesi, orta vadede ise güven artırıcı yapısal reform adımlarına girişilmesiydi.
***
Ama tam aksi yapıldı. ‘FETÖ ile savaş’ başkalarına doğru genişletildi. Kişi ve şirket mallarına el konuldu. Batı düşmanlığı körüklenirken güven ortamı zedelendi. Gerçeklikle ilişkisi olamayan bir faiz ‘teorisi’ yüzünden Merkez Bankası paralize edildi. Bu arada yapısal reformlar ağza bile alınmadı, siyasi kutuplaşma derinleştirildi ve nihayet demokratik zaafı olan bir yönetim sistemi önerisi yapıldı…
Yurt içi veya dışı sermaye sahiplerinin bu tablo karşısında nasıl bir tutum almaları bekleniyordu? Bugün TMSF’nin el koyması sonrası birçok şirketin bankalardaki teminatı kredibilitesini yitirdi, çünkü devletin ekonomi dışı bir karar almayacağından kimse emin olamıyor. Öte yandan döviz kredisi kullanan birçok şirket dövizin daha da yükselmesi durumunda iflas noktasına gelmekten ürküyor. Bir Bakan da bazı fonların piyasadan hızlı çıkış yapmasını ‘kötü niyete’ bağlıyor. Sanki doğrusu yavaş davranmakmış gibi ve sanki aynı fonlar bir dönem Türkiye piyasasına aynı hızla girmemiş gibi…
***
Çıplak gerçek şu: Türkiye ekonomisinde döviz artışı faiz artışına nazaran büyümeyi çok daha olumsuz etkiliyor. Bu yapıyı kuran ve işleten hükümet kendi ürettiği sistemin özelliklerinden bihaber olabilir mi? Sonuçta “Merkez Bankası’nın yeterli aksiyon almayabileceği” beklentisi finans dünyasına yerleşmiş durumda. Merkez Bankası siyasetin altında kaldı, prestij kaybetti ve bunun sorumlusu belli.
Durumu likidite sınırlaması ile ‘düzeltmek’ sürdürülebilir değil. Çünkü büyümeyi olumsuz etkileyecektir. Bu arada söz konusu tedbir faizi yükseltiyor ama yeterli bir adım da atılmamış oluyor. Nitekim bankalar arası gecelik faiz yüzde 10’a doğru gelmekte. Sırf hükümet geri adım atmış gözükmesin diye Merkez Bankası faizi yükseltmemiş gözüküyor ama aslında yükseltiyor.
Açık ekonomilerde spekülatif işlemlerin önünü kesmek mümkün değil. Geçmişte Türkiye spekülatif işlemlerden faydalandı çünkü doğruyu yapıyordu. Şimdi zarar görüyor çünkü yanlış yapıyor. Kimse bizi yanlışa zorlamıyor. Biz yapıyoruz… Kimse bize operasyon çekmiyor. Operasyonu biz kendimize çekiyoruz!
***
Şimdi yapılması gereken “TL’nin reel getirisini güçlendirecek adımların” atılması. Yani enflasyonun üzerinde mantıklı ve tutarlı bir faiz oranını istikrar üretecek şekilde korumak ki sonrasında yine istikrarı bozmadan düşürülebilsin. Çözüm bankaları ve iş dünyasını tehdit etmek ya da döviz sahiplerini terörist ilan etmek değil. Bu tutum güveni daha da azaltıyor, ekonomiye ilişkin karamsarlığı artırıyor ve gerekli faiz marjını da büyütüyor.
Hiçbir sebep yokken kendimizi getirdiğimiz şu noktaya bakarken insan düşünmeden edemiyor… Belki de üst akıl denen şey kendi akıl eksikliğimizden başka bir şey değil.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.