Müslümanlar kaybetti.
Müslümanlar dünya/iktidar ile olan imtihanı kaybetti, hem de çok büyük kaybetti.
Hz. Adem(a.s)in cennette işlediği hatadan ve Kabil’in yeryüzüne miras bıraktığı günahtan en önemli payı Müslümanlar aldı. Hem de büyük bir iştah ve akılsızlıkla aldılar. Müslümanlar neye talip olduklarının, neyi aldıklarının farkında da olmadılar, olamadılar; o lanetli mirasın yeryüzündeki en şevkli, en hararetli, en istekli taşıyıcıları oldular sadece.
Hakikati unuttular.
Hakikati unutmak bir özür sayılamazdı tabii ve affedilemezdi. Büyük bir günah sayılırdı. Yoktu bundan daha büyük günah. Müslümanlar, bu büyük günahı işledi; hakikati çok çabuk unuttular. Daha Hz. Peygamber(s.a.v)in naaşı yerde iken unuttular; yeryüzündeki geçici iktidarların büyüsüne kapıldılar, sarhoş oldular ve acımasızca birbirlerini katlettiler…
Oysa mesele açık ve basit idi; kimse yeryüzünde cennetin ya da cehennemin iktidarına talip olmayacaktı, olmamalıydı. Olsa da değişen bir şey olmayacaktı. Sadece kendini kandırmak olacaktı, kendini oyalamak olacaktı. Emanet sahibine dönecekti çünkü…
Müslümanlar, emanetçi olduklarını unuttukları günden beridir büyük felaketlere/imtihanlara duçar oldular ve hâlâ olmaya devam ediyorlar. Bitmiyor kötü günleri. Bitmeyecek.
Tam bir tragedya…
Şu yeryüzünde mazlumlar zalimlere karşı savaşacaktı, yalnızca adaleti tesis etmek ve güzel ahlakı tamamlamak için savaşacaklardı. Hepsi bu kadar idi. Mazlum, zalimden üstün olduğu kibrine kapılmayacak ve zulmetmeyecekti. Mazlumlar bu yanlışa kapılırsa eğer, bir zalime dönüşecek ve kesinkes kaybedeceklerdi. Öyle de oldu. Kaybettiler.
Daha da trajik olanı yalnızca Müslümanlar değil, tarihin bütün mazlumları bu imtihanı kaybetti. Ancak en büyük kaybeden ise Müslümanlar oldu. Vasat ümmet olamadılar. Şahitlik görevlerini hakkıyla ifa edemediler. Zillet ve meskenet onların değişmez kaderleri oldu.
Müslümanlar, temel sorunlarını konuşmayı unuttular. Gereksiz ayrıntılara boğulmuş bir dindarlıkla oyalanıp durdular. Ortadaki asli sorunları göremediler, fark edemediler. Acil, öncelikli, ağır, yapısal sorunları fark edemediler. Sorunlarını bir türlü çözemediler. Modern zamanların değişimine(paradigma, değer, dünya görüşlerine) uzak kaldılar ve de ayak uyduramadılar. Müslümanlar tarihin akışına/savaşına karışamadılar, karışma ihtiyacını bile hissetmediler.
Hikmeti yitirdiler.
Savaşı kaybettiler.
Savaşı kaybetmekle kalmadılar; Sömürgeleştiler. Bilinçlerini yitirdiler. Sömürgeleşmiş bir bilinçle yaşamaya başladılar. Bilgi üretemediler, bağımsız bir tavır/tarih üretemediler. Kendi düşüncelerinin öznesi olamadılar. İçlerindeki (kendileri gibi aciz olan) bazı kişileri efsaneleştirdiler ve o kişileri gerçeğin dışına çıkarttılar. Efsaneleştirdikleri kişiler giderek büyüdü, büyüdü, diktatörleşti, kendilerini dünyanın merkezinde görmeye başladı. Sonra da Müslümanlar, o diktatörlerin zulmüne maruz kaldılar; ufukları kapandı, yoksullaştılar, ezildiler, sürüldüler, durmadan ölüme yollandılar…
Aldatmaya ve aldanmaya gerek yok. Gerçeğimiz budur.
Müslüman olabiliriz. Müslüman olmamız güzel ve değerli bir şey olabilir. Ancak Müslümanlığımızın hakkını vermedikçe Müslüman olmamız artı bir değer sayılmayacak, bizlere hiçbir yarar getirmeyecek ve hüsrandan başka bir şey de olmayacaktır.
Yeryüzündeki dini/islamı bizim eylemlerimiz örüyor ve tamamlıyor görünebilir ama hakikat böyle değildir. Bu dini(insanlık projesini veya gerçek islamı) ören ve tamamlayacak olan el yalnızca Yüce Allah'ın elidir, kaybeden aciz Müslümanların eli değil.
Müslümanlar olarak yeni baştan iman etmeliyiz. Sefil bir teslimiyetçiliğe indirgediğimiz bu dinden/ezberlerden kurtulmalıyız. Büyük kurtarıcı rolünü oynamaktan ve boş masallarla oyalanmaktan vazgeçmeliyiz. Müslümanlar olarak öncelikle kendimizi kurtarmaya bakmalıyız.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.