Hayatına anlam kazandırmak isteyen biri için kötü olan tarihin yapılmadığı bir yerde yaşamasıdır.
Kötü olan; tarihin akışına ve yapılışına uzaktan bakan, hayat karşısında edilgen olan Avrupa gibi yaşlı ve yorgun bir kıtada yaşamak zorunda kalmasıdır.
Daha kötü olanı da; söz konusu kişinin Ortadoğu gibi tarihin merkezindeki bir bölgeden ve şimdi artık tarihin öznesi olmaya çalışan uzun zaman yok sayılmış Kürdistan gibi bir ülkeden geliyor olmasıdır.
Tarihin merkezindeki Ortadoğu’dan ve tarih sahnesine yükselmekte olan Kürdistan’dan gelmiş birinin tarihin öznesi olmaktan çıkmış Avrupa gibi bir yerde yaşaması, çoğu insana avantaj gibi gelse de aslında bir dezavantaj ve hatta, anlatılması zor bir trajedidir.
Hayatına anlam kazandırmak amacıyla kendi tarihini kendisi yapmak isteyen ancak, olmak istediği yerde olamadığı için bunu yapamayan, tarihin yapıldığı ülkesinde olamayan birinin bu trajedinin altında ezilmemesi mümkün değildir.
Yapmak istediğini yapma özgürlüğü olmayan ülkesinden sürülmüş her politik göçmenin bu yükten kurtulması ve kendi tarihini yapması için neredeyse mucize yaratması gerekiyor.
Mucize yaratabilmek için de insanın her koşulda kendisine karşı dürüst olması ve hayatına anlam kazandıran değerlere sıkı sıkıya bağlı olması gerekiyor.
Ayakta kalmanın; kendi tarihini yaratmanın, anlamlı ve doyumlu bir hayat yaşamanın yolu buradan geçiyor.
Tarihin artık yapılmadığı, hayatın edilgen yaşandığı Avrupa’da, kendine karşı dürüst olmak, bunun yarattığı çoşku ve heyecan içinde çalışmak, yaratcılığı zorlamak ve bu sayede kendi tarihini yapmak dışında sürgünün önünde başka bir yol kalmıyor.
Elbette, hayata ve insana dair değerlerin aşındığı, bilgeliğin ayaklar altına alındığı, her türlü yozlaşmanın hayatı kuşattığı ve dolayısıyla da ruhun aşındığı bir zaman diliminde insanın kendisine karşı dürüst olması ve değerlerine uzun süre tutkuyla bağlı kalması kolay değil.
Küresel sürecin bir önceki dönemin anlamlı değer yargılarını tasfiye ettiği; bilimde ve teknolojide yaşanan devrimsel gelişmelerin insanı ezip geçtiği ve onu sanal alemin iradesiz bir tutsağı haline getirdiği günümüzde verimli yaşamanın ve hayata anlam katmanın da bedeli oluyor.
Ne de olsa yeni süreç sıkı sıkıya bağlı olduğumuz değerleri itibarsızlaştırmakla kalmıyor, ‘anlamsızlığı’ da bir ‘değer’ haline getirip dayatıyor.
Böyle bir süreçte insanın hayatına anlam kazandırmak; duygu ve düşünceleriyle uyumlu bir şekilde yaşamak için dışlanmayı, suçlanmayı, mutsuz ve huzursuz olmayı göze alması gerekiyor.
Bunu yapan; irade özgürlüğüne sahip çıkan ve kendi değerleriyle yaşayan biri kendini tarihini yapma mucizesini de yaratmış oluyor.
Mucize kişinin ‘tarihin kurbanı’ olduğunu duygusuna bir kenara itmesi ve en azından kendi tarihinin ‘kurtarıcısı’ olduğu bilincine varmasıyla yaşanıyor.
Ne var ki ve yazık ki çoğu insan bu bedeli ödemeye yanaşmıyor. Bu yüzden de mucize yaratması şurada kalsın, kısa sürede kaybolup gidiyor.
Bugün Avrupa’da ülkesinden sürülmüş on binlerce seçkin insan, kendisi gibi olamama ve kendi tarihini yapamama trajedisinin altında ezildiği için, Avrupa’nın onu attığı ‘sürgünler çöplüğünde’ ömür tüketiyor.
Günümüz Avrupa’sında dünyanın birçok ülkesinden gelmiş ve burada ‘ilticacı’ statüsü elde etmiş ancak, kendisi olamamanın ve kendi tarihini yapamamanın trajedisi altında ezilmiş on binlerce gazeteci, yazar, aydın, sanatçı ve siyasetçi bulunuyor.
’Eski’ örgüt liderlerinden gerilla komutanlarına, yazarlardan sanatçılara kadar kendi ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış, insanlığın bu seçkin değerleri, Avrupa’nın kendilerine verdiği ‘hiçlik’ duygusunun üstesinden gelemedikleri için yenilmiş ve vazgeçmişlerdir.
Bu insanların her biri kendi ülkelerinde tarih yapıcısı oldukları halde bu kıtanın vermiş olduğu ‘tarihin kurbanı’ yargısını kabul ettikleri, dolayısıyla da tarihten ve kendilerinden vazgeçtikleri için tasfiye edilmişlerdir.
Tarihin artık yapılmadığı, yapanların da neredeyse suçlandığı Avrupa’da, tarih yaratan bu ciddi birikim bilinçli bir politikayla ‘çöp malzemesi’ haline getirilmiştir. Bir kısmı da ‘psikolojik otopsinin malzemesi’ derekesine indirgenmiştir.
Buna rağmen dünya çalkantılı bir geçiş süreci yaşadığı ve her ülkede iç çatışmalar yaşandığı için bu kıtaya sürgünler gelmeye de devam etmektedir. Ve, her gelen yeni sürgünü de aynı akibet beklemektedir!
Oysa başkalarının yazdığı tarihin nesnesi ya da başka hayatların kölesi olmak bir kader değildir.
Kaldı ki Türkiye ve Kürdistan’dan gelenler seçeneksiz de değildir
Kürt Özgürlük mücadelesi Ortadoğu’da olduğu gibi Avrupa’da da bireye kendi tarihinin öznesi ve kendi hayatının efendisi olma fırsatını vermektedir.
Böylece sürgün cezası kazanıma dönüşmektedir.
Hafta sonu katıldığım Sürgünler Platformu’nun kuruluş toplantısında bir felaketten ziyade, bir lanete uğramış izlenimini veren sürgünleri dinlerken içim ezildi.
Düşüncelerimi bu yüzden paylaşmak, burada tükenip gitmenin bir alınyazısı olmadığını hatırtlatmak istedim...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.