Türkiye’nin “kadim” Kürt sorununu yalnız PKK’nın çıkışına bağlı olarak alsanız, gene de çok uzamış bir süreçle karşı karşıyayız. Temelde bir “silâhlı çatışma” olmakla birlikte, her an herkes silâhla çatışmıyor. “Düşük yoğunluklu”, her neyse, bunun da tanımı, terimi vb. var. Bir yandan hayat bir biçimde devam ediyor. Dağda askerlerle PKK’lılar telsizle konuşuyor, küfürleşiyor, tehditleşiyor, kimbilir, arada bir belki de şakalaşıyordur. İnsan bu.
Doğu illerinde herkes herkesi tanıyor; hele bu kadar uzamış bir süreç içinde, elbette biliyor, falanca kiminle görüşür, kiminle haberleşir, ne düşünür vb.
Aslında hem bilinen, hem de, anlatmaya kalkınca anlatması zor bir durumu anlatmak, o durumun resmini çizmek istiyorum. Anlatması zor, çünkü gerçekliğin resmî tanımı böyle değil. Orada “teröristler” var, “yardakçıları” var, “bizden” olanlar var, falan filan. Oysa resmî olmayan gerçeklik böyle kategorilerle anlatılacak bir şey değil. Orada her şey iç içe geçmiş.
Bizimki gibi uzamış da uzamış bir sorun Kuzey İrlanda’ydı. Uzadıkça orada da benzer bir atmosfer oluştu. Bir fıkra üretmişlerdi. İki IRA militanı, köprünün altına mayın döşemiş, belirli bir saatte üstünden geçecek İngiliz devriye kamyonunu uzaktan kumandayla uçurmak üzere pusuya yatmış, bekliyorlar. Ama kamyon bir türlü gelmiyor. Militanlardan biri öbürüne “Hâlâ görünmediler,” diyor, “umarım başlarına bir şey gelmemiştir.”
İşte, bu fıkranın yansıttığı atmosferi anlatmaya çalışıyorum, çünkü bizde de böyle bir durum var.
Bu atmosferin oluşmasının olumlu yanları vardır. Demek ki başlangıçtaki, resmî tanımların o kategorik kalıpları kırılmış; insanlar çok farklı ideolojilerle donanmış ve amaçları çatışıyor, ama buna rağmen birarada bir şekilde yaşıyorlar. Falanca korucuların başıdır ama PKK ile de haberleşir; Belediye Başkanı ağzını açınca PKK’ya küfreder ama onu oraya PKK seçtirmiştir... Böyle bir düzen! Aslında “düzen” dahi denemez, çünkü her şey çok akışkan.
Böyle bir atmosferin temeldeki “silâhlı çatışma” durumunu süreklileştirmek ve insanları da buna alıştırmak gibi bir işlevi vardır. Ama bunun yanısıra, bir barış potansiyelini de barındırmaktadır. Hani, günün birinde bir düdük sesi duyulsa ve bir yetkili çıkıp “Arkadaşlar, savaş bitti. Şimdi barışı kurmaya başlıyoruz” dese, herkes buna da hazırlanmış gibidir. Aynı ilişkiler içinde (ama bu sefer kamuflajdan çıkmış, açılmış olarak) barış sürecini de başlatabilirler.
Son dönemde, adını “KCK Operasyonu” koyduğumuz girişimler işte anlatmaya çalıştığım bu ortamı dinamitliyor. “Ahmet, Mehmet’e danışmadan iş yapmaz. Örgütle bağları hademe Hasan üstünden geçiyor. X belediyesini sayman Recep çekip çevirir. Selman örgüt için para topluyor” vb. Bunlar aslında hep bilinen şeylerdi. KCK da buydu zaten. Biliniyor, ama ilişilmiyordu. “İlişmek gerek” diyen bir kadro, şimdi ne olduysa oldu, ilişme yetkisini eline geçirdi. Bu olayın gerçek anlamı şu: PKK, örgüt şu bu, ama aynı zamanda ve temelde Kürt halkının akrabasıdır yeğenidir, kuzenidir, oğlu, kızıdır. Yani bu yolu bir kere açtıktan sonra bütün Kürtler’i tutuklaya tutuklaya devam edebilirsin.
Bu işin bir çözümü olacaksa, o çözüm BARIŞ’tır. Oraya varmak gibi bir niyetin varsa, bu yol seni oraya götürmez. Hattâ, kendiliğinden oluşmuş ve iyi değerlendirilirse barışa da temel sağlayacak zemini kendi elinle imha ettiğin için, seni alır, tam ters yöne gönderir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.