Diyarbakır’da yarın KCK davasına bakılacak. Bakılacak diyorum, ama bakılabilecek mi, işte bu belli değil. Çünkü bugüne kadar pek bakılamadı bu davaya. Sanıkların Kürtçe konuşma talebi sürekli olarak reddedildi. Bu dava sanki Kürtçe konuşmak isteyip de konuşamayanların yargılandıkları bir dava olarak anlaşıldı ve kilitlendi.
Oysa her şeyden önce bu dava siyasi bir dava... İnatlaşma büyük mağduriyetlerin yaşanmasına yol açıyor ve duruşmalar gerçekleşemiyor bile.. Çoğu sanık mahkûm olsa dahi, alacağı cezayı bitirmiş durumda. Buna rağmen, mahkeme tahliyeler konusunda katı tutumunu sürdürüyor.
KCK Davası, ilk bakışta, devlete veya başka vatandaşlara karşı işlenmiş suçlar kapsamında bir dava gibi görülüyor. Lakin iddianameye baktığınızda durumun farklı olduğu anlaşılıyor.
Hukukçu değilim, ama ben bu davanın Kürt hareketinin sosyolojisini ortaya koymaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorum.
KCK yapılanması diye bir yapılanma var ve bu yapılanma sivil Kürt hareketiyle ucu bucağı olmayan ilişkiler ağı içinde bulunuyor. Siyasi hayatı denetliyor, kontrol ediyor, gündem belirliyor.
KCK, şiddet uyguluyor, yargılamalar, infazlar yapıyor, mevcut hukuk sistemini tanımıyor ve sivillere karşı hak ve yaşam ihlallerinde bulunuyor. Bütün bunlar, birer gerçek.
Ama Diyarbakır’da açılan davada bu suçların hiçbiri yok. Bu dava ağırlıklı olarak Kürt siyasetiyle uğraşan insanların, birbirleriyle olan münasebetleri üstüne oturtulmuş.
Yani ‘zarar görenler’le ‘zarar verdiği’ iddia edilen insanlar aşağı yukarı aynı siyasi görüşleri, farklı platform ve kurumlarda paylaşmış olan insanlar.
Yüzlerce kişi arasında yapılan telefon görüşmelerine ve dinlemelere dayalı iddianameyi okuduğunuzda, özetle, Kürtler demek birbirlerini böyle yönetmişler, Kürt hareketinin yönetim anlayışı, yönetim sosyolojisi buymuş diyorsunuz..
Bu yönetim anlayışının doğrusu savunulacak bir yanı yok, demokrasiyle de bir alakası yok.
Ama mevcut durumun, Kürt hareketinin içinde bulunduğu yaygın siyasallaşmaya işaret eden bir ara dönem, belki de bir geçiş dönemi olduğunu görmek ve anlamak da, çok zor değil.
Lakin, bu siyasallaşmanın hukuki bir karşılığı ve yasal meşruiyeti olmayınca yargı devreye giriyor.
Oysa bu siyasi ilişkiler ağı bir realite. Kürt toplumunun içinde bulunduğu bu realiteyi gözardı ederseniz, değil bir KCK davası, onlarca KCK davası açabilir, ve binlerce insanı tutuklamaya devam edebilirsiniz.
Sadece Diyarbakır’da dört yüz bin civarında oy alan bir siyaset ve bu siyasetin içinde bulunan aktörlerin, üyelerin, taraftarların, seçmenin, koordinasyonunu birbiriyle eylemsel ilişkisini, çeşitli kurumlar aracılığıyla sağlamaya çalışan, dinamiklerini her gün harekete geçiren bir yapılanmadan söz ediyoruz..
O ona telefon ediyor, o onu arıyor, binlerce insan her gün birbiriyle tanışıyor, dost oluyor, ‘heval’ oluyor, Diyarbakır’ın bütün mahallelerinde, çeşitli dernek ve kurumlarda, BDP’nin il ilçe binalarında her gün yüzlerce toplantı, yüzlerce karar alınıyor.
Böyle bir hareketlilik dünyanın neresinde var acaba ve niye bizde var da, dünyada pek yok, insanlar acaba keyif olsun diye mi, hayatlarına biraz heyecan katmak için mi, bu ilişkilerin içindeler diye sorulabilir.
Anlatmaya çalıştığım bu tabloda, kim BDP’li, kim KCK’li, kim DTK’lı nasıl bileceksiniz, sonra bunu bilmek neden bu kadar gerekli ve önemli olsun?
Bu bir halkın gerçeği, beğenin beğenmeyin bu insanlar böyle yaşamak ve böyle de siyaset yapmak istiyorlar.
Siyasi bir hareketin ‘yönetim sosyolojisi’ derken kastettiğim bu.
Yargı, telefon dinlemeleriyle, davalar açıyor, insanları tutukluyor ve bu sosyolojinin önünü ve doğal akışını kesmeye çalışıyor. Kesebiliyor mu o da şüpheli, ya da şöyle soralım:
Bu KCK dediğimiz sistem, ve KCK’lılar, bu dava açıldıktan sonra daha mı zayıfladılar, yoksa daha da güçlendiler mi?
Gidin bu soruyu, Diyarbakırlılara sorun, BDP’lilere de değil, AK Partililere sorun, cevabı onlar versin..
Dünyanın başka yerlerinde böyle bir realitenin önü kesilmez, devletin başı daha fazla sayıda vatandaşla derde girmesin ve bu vatandaşların binlercesi, bir anda karar verip dağlık alanlara çekilmesin diye - hatırlayacaksınız bu da oldu geçmiştetutuklamak yerine, bu vatandaşların önlerindeki hukuki engeller kaldırılır.
Şiddete başvurmamak kaydıyla, kim kimi yönetmek istiyorsa, kim kimin tarafından yönetilmek ve, kim kime ‘heval’ olmak istiyorsa, hadi buyurun denir..
Çözüm dediğimiz şey başka nedir ki?
Bu sosyolojik gerçeği benimseyip içinde yer almaktan başka suçu olmayan insanların yargılandığı bir davadır KCK davası.
Belediye başkanı, parti yöneticisi, sivil toplum önderleri, gençler ve kadınlar yargılanıyor bu davada.
Sonra bu davada, Hatip Dicle, Osman Baydemir, Fırat Anlı gibi Kürt liderler var. Kemal Aktaş gibi PKK’den yirmi yıl hapis yatıp sonra da BDP’de politika yapmayı tercih edenler ve KCK’ davasından içerdeyken milletvekili olanlar var.
İnsan Hakları Derneği üst düzey yöneticisi, yazar, avukat, Muharrem Erbey gibi değerli insanlar var.
Erbey’in tutuklanma öyküsü hele, tam ibretlik. Tutuklandıktan sonra yöneticisi olduğu İnsan Hakları Derneğine bir mektup yazdı. Mektuptan bazı bölümleri paylaşmak istiyorum:
“24 Aralık 2009 Perşembe günü saat 04:50’de evime gelen polisler, avukat arkadaşlarıma telefon açmama dahi izin vermeyip evimi, arabamı, başkanı bulunduğum İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin tüm odalarını, avukatlık büromu arayıp 12 bilgisayarın hard diskine, tüm CD, DVD, kitap ve belgelere el koydular. Savcılık tarafından aşağıda belirttiğim hususlarda ‘yasadışı örgüt üyeliği’ suçlamasıyla sorgulandım:
- Çocuk istismarının engellenmesi, kadın hakları konulu eğitim çalışmaları, seminerler, vb. çalışmalarla ilgili projeler yaparak finansal kaynak sağladığım;
- İsveç, Belçika, İngiltere Parlamentoları, BM (Cenevre)’de yaptığım konuşmalar kastedilerek yurtdışında devleti küçük düşüren konuşmalar yaptığım;
- Sivil toplum örgütlerinin de içinde yer aldığı, sivil demokratik Anayasa Çalıştayı’na katıldığım (Demokratik Toplum Kongresi bünyesinde):
- Hukuk danışmanlığını yaptığım ve farklı mahkemelerde hakkında açılan davalarını takip ettiğim Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Av. Osman Baydemir ile bağlantımın ne olduğu ve belediyeye neden sık gittiğim..”
Muharrem Erbey, iki yıla yakın zamandır tutuklu. Özgürlüğüne kavuşsa, insan hakları mücadelesinde yarım kalan mesaisine dönecek ve okurları için, güzel hikâyeler yazmayı sürdürecek. Kayıp Secere Muharrem’in ilk hikâye kitabıydı, devamı gelmedi ama. Muharrem Erbey, bıraksalar, bir edebiyat adamı olarak, Kayıp Secere’sini aramaya devam edecek oysa.
Yargı bağımsız olmalıdır tamam, yargıç karar verirken mevcut yasaların dışına çıkmamalıdır, ona da eyvallah, ama yargıç dediğimiz kişi, etnik bir çatışmanın sarkacında sallanıp duran ülkesinin gerçeklerini hiç mi hesaba katmayacak?
KCK Davalarına biraz da bu gerçeklerin ışığında bakılabilse diyorum..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.