Hükümetin dün Meclis'e sevk ettiği altı maddelik yasa tasarısının en ilginç yanı, adı: “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.” Terörün sona erdirilmesine yasayla karar veriliyormuş hissi uyandırıyor. Bu mümkün mü? Eğer terör eylemini yapanlar yasa koyucunun emrinde çalışanlarsa, mümkün. O zaman bunun anlamı, kamu görevlilerinin bazı tasarruflarının terör eylemi niteliğinde olduğunun değerlendirilip, bir yasayla bunlara son verme kararı alındığıdır. İlginç bir gelişme olur.
Elbette adı geçen yasayı Meclis'e sunan hükümetin böyle bir amacı yok. Söz konusu olan, PKK’nın yürüttüğü silahlı mücadelenin, yani yasanın “terör” olarak tanımladığı mücadele biçiminin sonlandırılması. PKK ve bağlı silahlı kuruluşlarının yakın zamanlara kadar terör eylemi olarak tanımlanacak eylemler de yaptıklarını ama bu örgütün asli niteliğinin terör örgütü olmadığını kabul etmeden barış yolunda ilerleneceğine inanıyor veya inanmamızı istiyor hükümet. Bu tanımlamayı, bu dili değiştirmedikçe, kamuoyunun bu konudaki algısının, dilinin değişmesi yolunda cesur adımlar atmadıkça, gerçek ve kalıcı bir “çözüm süreci” yürütüleceği konusunda güven pekiştirilebilir mi?
İkinci soru, “çözüm süreci” ile ilgili. Karnından konuşan yasa diye bir kavram icat etsek, herhalde en iyi örnek bu yasa tasarısı olurdu. “Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin usul ve esasları belirlemek” olarak yasanın amacı tanımlanmış. Terörü yürüten kim? Hangi konuda toplumsal bütünleşme sağlanacak? Çözüm süreci hangi sorunun çözümü süreci? Terör sorununun mu, Kürt sorununun mu? Bütün silahlı örgütlerin silah bırakacak mensuplarını mı kapsıyor? Örneğin silahlı mücadele veren DHKP-C örgütü mensupları da bu çözüm sürecine dahil mi? Ya da El Kaide’nin, IŞİD’in veya El Nusra’nın Türkiye’de faaliyet gösteren militanlarını da yasa tasarısı kapsıyor mu? Karnından konuşmak tam böyle bir şeydir. Türkiye’de herkes yasada “örgüt” diye adlandırılanın PKK, “silahlı mücadele ve terör” olarak tanımlanan eylemlerin Kürt sorununa ilişkin şiddet eylemleri olduğunu elbette hemen anlamıştır. Ama ne altı maddelik yasada, ne genel gerekçesinde ne de madde gerekçelerinde bir defa bile Kürt kelimesinin geçmediği bir yasa ile adı telaffuz edilemeyen sorunun çözülebileceğine inanmamız isteniyor.
SOMUT BİR ŞEY ÖNERİLİYOR MU?
Yasanın “çözüm süreci” olarak tanımladığı adsız sorunu çözmek için somut bir şey önerdiğini iddia etmek pek zor. Yasa, kısaca şunu öngörüyor: Bakanlar Kurulu terörün sona erdirilmesi için yurt içinde ve dışında tüm kişi, kurum ve kuruluşlarla temas kurmak, görüşme yapmak üzere kişi ve kurumları görevlendirebilir. Bu görevleri yerine getirenlerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz. “Çözüm süreci”nin hangi konuyla ilgili olduğu belirtilmedikçe, tüm terör örgütleriyle, örneğin IŞİD’le devletin görevlendirmesi çerçevesinde “temas, diyalog ve benzeri çalışmaları” geçmişte yürütmüş kişileri de bu sorumsuzluk zırhı koruyacak mı?
Beşir Atalay, bu “sorumsuzluğun” kapsamını başka biçimde tarif etti: “Zaten terör eylemleri sürdüğü müddetçe, bunlarla mücadele etmek kanuni görevleridir. O da burada ifadesini buluyor” dedi. İfadesini bulan ne? Örneğin terörle mücadele için yargısız infaz yapmak mı?
Silah bırakanların eve dönüşlerini, sosyal yaşama katılım ve uyumlarını temin için hükümetin gerekli tedbirler alacağının yasada belirtilmesi, bu yürürlükteki yasalara göre mümkün değilse anlamlı olurdu. Sanırım bugün böyle bir engel yok. Ama yürürlükteki yasalar bu tedbirlerin alınmasına gerçekten izin vermiyorsa, onların da bu yasa ile temizlenmesi gerekmez mi?
Muğlaklıkla malul bu yasa tasarısından çözüm sürecinde devrim hamlesi bekleniyor. Yasa tasarısının Kürt sorununun çözümü sürecine balta vuracağını, engelleyeceğini iddia etmek bağnaz bir muhaliflik veya çözüm düşmanlığı olur. Ama bu yasa ile Kürt sorununun çözümünde büyük bir ileri adım atıldığını iddia etmek de, bu sorunun çözümü için gerekli gerçek adımları kabul etmemenin örtüsüdür.
Kürtler, Türkler ve diğer farklı etnik ve dinsel kimlikli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eşit yurttaşlığı temelinde çözümün mümkün olduğunu AKP hükümeti dile getirmekten sürekli kaçınıyor. Anadilde eğitim talebi gibi sorunun çözümünde merkez konumda olan bir taleple ilgili, eşit yurttaşlıkla ilgili taleplerin meşru talepler olduğunu dile getirmiyor. Sürekli çözüm getirici gerçek adımları erteleyerek, algı operasyonlarıyla durumu idare etmeye çalışıyor.
SEÇİM HAMLESİ
Üstelik bu yasa tasarısı bir algı operasyonunun unsuru olmaktan önce, bir seçim öncesi hamlesi olarak sivriliyor. Esas amacı, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, MHP ve CHP muhalefetinin “vatan hainleri” çığlıkları, milliyetçi/ulusalcı milletvekillerinin kendilerini yerden yere atma sahneleri ve karşı oylarıyla mecliste yasanın kabul edilmesini sağlamak. Hatta yasaya karşı oy verme hatasına düşerse, HDP’yi de çözüme karşı olmakla itham etme fırsatı yakalamak. Böylece cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP seçmenlerini cezbetmek ama AKP seçmenlerini de ürkütmemek.
Muhalefetin bu tuzağa düşüp düşmeyeceğini, ortak adayının bu konuda ne tavır alacağını yakında göreceğiz. Meclis'te muhalefet partilerinin yasa tasarısına çözülecek sorunun adının konulmasını teklif ederek, yasanın yetersizliklerini vurgulayıp destekleyerek, bu karından konuşma ve seyirci oyalama oyununa son vermeleri mümkün olabilir. İşte böyle bir gelişme bu yasa tasarısını, içeriğiyle değil, yarattığı siyasal mutabakatla çözüm sürecinde önemli bir ileri adıma dönüştürecektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.