Ankara’nın en üst düzeydeki yöneticilerinden biri bazı gazetecileri özel olarak davet edip “hükümetin yeni Kürt stratejisinin” ana hatlarını açıklıyor.
Açıklamayı yapan ciddi bir insan.
Bu açıklamayı Başbakan’dan habersiz yapma ihtimali de pek yok sanırım.
Dün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da bu “yeni stratejiden” haberi olmadığını söyledi.
Anlaşılıyor ki Türkiye’nin en önemli konularından biri hakkında Başbakan Yardımcısı’nın bile içine giremediği “dar bir çevrede” karar alınıyor.
Belli ki böyle bir strateji ne Meclis grubunda hatta ne de bakanlar kurulunda görüşülmüş.
Hayati bir gelişme hakkında Başbakan’ın yardımcısına bile haber verilmemiş.
Başbakan Yardımcısı’nın bile haberdar olmadığı kararlar alan bir iktidar size ne düşündürüyor?
Bana bir keyfiliğin ve o keyfiliğe bağlı bir dağınıklığın işareti olarak gözüküyor doğrusu.
Bu dağınıklıktan ve keyfilikten hayırlı bir sonuç çıkar mı?
Bence çıkmaz.
Zaten Kürt meselesinde “yeni” denen stratejiyi gördük.
Ne yeni, ne de strateji.
Bu anlayışla Kürt sorununu çözmek mümkün değil.
Bir keresinde çok sevdiğim biri alaycı bir gülümsemeyle, “burası don lastiği gibidir” demişti, “çekersin çekersin uzar sonra bir bırakırsın eski haline döner”.
Kürt meselesi de, “açılım”, “müzakere” falan derken eski haline döndü.
Savaş, kan, ölüm.
Her gün ölüm haberleri geliyor zaten.
Dağlarda gencecik insanlar vurulup vurulup ölüyor.
Bu ölümler de devam edecek gibi gözüküyor.
Baharı, yazı ölüm haberleriyle yaşayacak bu ülke.
İki taraf da silahının gücüyle sonuç alacağına inanıyorsa, yapılabilecek bir şey de yok demektir.
Deneyecekler.
Otuz yıldır deniyorlar, anlaşılan bunca ölüme ve denemeye rağmen silahla bir yere varamayacaklarını öğrenememişler.
Onlar öğrenene kadar da bu acı sürer gider.
Silahı böylesine önemseyenleri durduracak, “başka çareler olduğunu” söyleyecek kuvvetli bir ses de çıkmıyor toplumdan.
Ne Kürtlerden çıkıyor, ne Türklerden.
BDP’liler sürekli olarak AKP’den şikâyet ediyorlar.
Eh, onu biz de görüyoruz, siyasi iktidar ipin ucunu kaçırdı, dağıldı, keyfileşti, birinin yaptığından diğerinin haberi yok, Başbakan Yardımcısı’na bile neler olup bittiğini söylemiyorlar.
Anlaşılan Başbakan Erdoğan bir iki danışmanıyla oturup futboldan savaşa kadar her konuda başka hiç kimseye danışmadan, konuşmadan kararlar alıyor.
Tamam, bütün bunları biliyoruz.
BDP, bir köşe yazarı olsa otursun bu şikâyetleri yazsın, okuyucusuna kendince doğru olan görüşleri anlatsın.
Ama BDP köşe yazarı değil ki, bir siyasi parti.
Milyonlarca seçmeni var.
Demokratik bir zemine oturtulduğunda sadece Türkiye’yi değil dünyayı sarsacak kadar haklı talepleri olan bir halkın önemli bir bölümünden oy alıyor.
AKP’nin yeteri kadar demokratik olmadığını söylerken, AKP iktidarını demokratikleşmeye zorlayacak bir siyaset de bulması gerekmiyor mu?
Türkiye’de demokratikleşmeyi hızlandıracak bir siyaset bulamıyor, yaratamıyor.
AKP, Kürt açılımını başlattığında bir BDP milletvekili “açılım mıdır ne zıkkımdır” diye açılıma karşı olduğunu söylemişti; AKP hükümeti PKK ile müzakereler sürdürürken PKK müzakereleri Silvan’da kesince, “AKP zaten istekli değildi, sözlerini tutmuyordu” dediler.
Şimdi gene “müzakere” diyorlar, Silvan’dan bu yana AKP’nin “niyetinde” nasıl bir olumlu gelişme oldu ki o zaman kesilen müzakerelerin şimdi yeniden başlamasını istiyorlar?
Böyle olunca BDP’nin mantığını anlamak, o mantığı takip etmek zorlaşıyor.
BDP’yi sürekli olarak “PKK’yı suçla” diye eleştiriyorlar, bence bu haksız bir eleştiri biçimi, niye bunu yapmak zorunda olsun ama sanırım BDP’ye, “Kürt halkının çok haklı taleplerinin yarattığı büyük enerjiyi demokrasi kanallarına yönlendir, o enerjiyi sadece Kürtleri değil bütün ülkeyi özgürleştirecek bir siyaset haline getir” demek ve bunu yapmadığı için eleştirmek çok da haksızlık olmaz.
BDP, bütün ülkeyi değiştirebilecek, siyasi iktidarı değişime ve demokrasiye zorlayacak büyük bir enerjinin vanasını elinde tutuyor ama o vanayı kımıldatmıyor.
Kendileri, “aslında bunu yaptıklarını ama medyanın bunu göstermediğini” söylüyorlar, bunu gerçekten yaptıklarında görmemek kimsenin haddine düşmez, sadece Türk basını değil dünya basını da peşlerine düşer.
Hükümet dağıldı, muhalefet başka türlü, çocuklar da ölüp duruyor.
İnsanoğlu her zaman doğruyu yapsa, her zaman akıllı davransa zaten tarih diye bir şey olmazdı.
Aklın yolunu bulmak için demek bu topluma otuz yıl yetmiyor, biraz daha zaman gerekiyor.
Bir gün hep birlikte gerçeği görürler.
Onların gördüğü günü ben görür müyüm.
Bak işte orası karışık.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.