Ben siyasi tutum almayı ve siyasi tartışmayı ciddi ve ilkesel bir mesele olarak görüyorum, doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin geldiği noktada ise, tam tersi oluyor, iktidarın kanatları altına sığınanlar, devlet gücüne sırtını dayayanlar, düşünceleri ile baş edemediklerine karşı korkunç bir kara propagandayı kanırtmaya doymuyor. Birçoğunun adını ağzıma almayı zul sayarım, ama sessiz kaldıkça iftira kampanyası ön alıyor, amacına ulaştığını, karşısındakini sıkıştırdığını sanıyor.
Karalama alanı geniş
Hele de konu Kürt meselesi gibi, ‘hassas’ bir konu olunca, karalama alanı geniş ve sonuç vermeye müsait. Belli ki, hedef alınan insanlar hapsi boylamadıkça, ‘sürüm sürüm süründürülmedikçe’ intikam duygusu yatışmayacak. Tabir benim değil, sahipleri kendilerini bilir. Oysa herkesin elinde kalemi var, cesaretiniz varsa gelin tartışalım veya size yöneltilen sorulara cevap verin, olsun bitsin.
Son olarak, Ali Bulaç Uludere faciası üzerine giriştiği ‘değerlendirme’ yazısında çok sevdiği çamur atma işini ihmal etmemiş. Dahası, olan bitenin sorumluluğunun ucu gelmiş bana ve benzer tutum alanlara (artık kaç kişiyse onlar?) kadar dayanmış. Şöyle ki, gelinen noktanın baş sorumluları arasında, ‘PKK muhibbanı haline gelen Beyaz Türkler, Nişantaşı cemaati’ni sıralamış. İddianın ciddiyetsizliği bir yana, ucuz kurnazlığa bakın, hem çamur atılacak, hem cevap verme olasılığına karşı ‘neden üzerinize alınıyorsunuz?’ denilecek. Bırakın bu köy kurnazlığını, kimmiş ‘PKK muhibbanı’ denilenler? Bu laflar, kısa bir süre önce, ‘Kandil muhibbi’ yaftası ile itham edenlerin kara kampanyasının devamı değilse nedir? Kimdir ‘Nişantaşı cemaati?’ Ben Nişantaşı’nda oturup, Kürt meselesinde duyarlı tavır gösteren benden başka kimseyi tanımıyorum, varsa söyleyin de, ben de komşularımın kıymetini bileyim.
Şimdiye dek açıkça yanıt vermedi
Ne gerek var lafı böyle dolandırmaya, Kürt meselesi veya başka bir konuda beğenmediğiniz yaklaşımları dosdoğru eleştirirsiniz olur biter. Nedir bu esrarengiz bağlantılar, karanlık yorumlar? Ben tavrımı açıkça izah ediyorum, siz de efendi olun, öyle yapın. Ama efendiliğe layık olanlar kim, yüzüme söyleyemediğini dedikodu olarak yaymayı seçenler, kendilerine yönelttiğim soruları cevaplayamadığı için ‘hassas’ bir konu üzerinden çamur atmaya girişenler kim?
Ben Kürt meselesi konusunda bana sorulanları, kendi açımdan açıklıkla yanıtlıyorum. Ama Ali Bulaç’ın şimdiye kadar kendisine yönelttiğim eleştirilere açıkça yanıt verdiğine şahit olmadım. Kendisi de, bu camiadaki birçokları da gayet iyi hatırlar, Ali Bulaç ile aramızdaki fikir farklılıkları AKP iktidarı ile başlamadı, doksanlı yılların başlarında başladı. O gün bugündür, açık güreştiğine hiç şahit olmadım. Bırakalım eski tartışmaları asıl önemlisi, önce 28 Şubat’tan hemen sonraki tavrını izah etsin, 27 Nisan muhtırasından sonra gece yarısı bağlandığı TV programında söylediklerini yorumlasın. Sonra, yıllarca ne kadar samimiyetle savunduğumu gayet iyi bildiği ‘başörtüsü’ konusunda, utanmadan nasıl ‘beyaz casus’ dokundurması yapabildiğini izah etsin. Kısa bir süre önce ‘Organizmanın tepkisi’ başlıklı yazısına yaptığım eleştiriyi cevaplasın.
Kısacası, aslında şimdi dost olduğu birçokları da dahil herkes, Ali Bulaç’ın karakterini de biliyor benimkini de, bugün gelinen noktada sırtını iktidara dayayıp laf etmek kolay. ‘Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi’ derler. Ali Bulaç iktidarlar karşısında herkes tırsar, susar sanıyor, oysa gayet iyi bilir ki, ben o mezhepten değilim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.