ERBİL
Londra’dan Erbil’e gelmek, insanı hafif afallatıyor. Bilmem belki de kaldığım otelin pencereleri açılmadığındandır; dün sabah uyandığımda bir an nerede olduğumu hatırlayamadım. Birkaç saniye sonra dank etti "Erbil’deyim. Yarın PKK’nın silahlara veda edeceği basın toplantısını izlemek için geldim."
Haber şehvetini kaybetmemiş bir yazarım. Haber kokusu alınca, dayanamam dalarım. Bu kez de basın toplantısına gitme fırsatı çıkınca, bu tarihi anı kaçırmak istemedim; hemen atladım.
Ama nedense dün bütün gün içimde bir tedirginlik vardı. Sabahki o boğucu his, bütün gün peşimdeydi. Garip; çünkü Erbil onlarca defa geldiğim, çok iyi tanıdığım bir yer. Buradaki siyasetçiler ve işadamlarıyla, uzun yıllara dayalı güzel dostluklarım var. Erbil artık Türkler için zor bir mekan da değil. Kent, Türk sermayesinin katkısıyla yükselen ufak bir Dubai olma yolunda. İstanbul'dan daha güvenli.
Üstelik Bağdat’la kılıçları çekmiş olan Iraklı Kürtler, Ankara ile yakınlaşma, gelecekte dev bir ortaklık inşa etme projesine sıcak bakıyor. Erdoğan, Neçirvan Barzani’den sonra buranın en sevilen adamı.
Peki PKK kampına gideceğimiz için mi tedirginim? Sanmıyorum. Geçmişte Ortadoğu’nun farklı köşelerinde, çok daha zor koşullarda muhabirlik yaptım. Silah da, çatışma da gördüm.
Zaten bu basın toplantısı, PKK adına Murat Karayılan’ın ‘geri çekilme’ ilanı olacak. Bildiğimiz kadarıyla PKK yöneticileri, Öcalan’ın koşullarını kabul ettiklerini, Türkiye’den çekilmeye başlayacaklarını açıklayacaklar. Gazetecilik açısından, kaçırılmaması gereken, tarihi bir an. Muhsin Kızılkaya’nın şahane ifadesiyle "Öcalan’ın 21 Mart açıklamasıyla, silahlı Kürt isyanı sona erdi." Bugün de bunun resmi ilanı olacak.
Gerisi teferruat.
Peki o zaman, neden boğuluyorum hissi peşimi bırakmıyor? Neden pencereleri açılmayan şaşaalı otelin duvarları üzerime geliyor, neden Erbil’in o insanı rahatlatan dümdüz peyzajı bu sefer sıkıntı veriyor?
Sanırım kamuoyundan korktuğum için... Akil İnsanlar'ı protesto edenler, gazetecilere hiç katlanamayacak. Bugünden itibaren posta kutum, ‘Neden gittin!’ diye kızanların mektuplarıyla dolacak. Dilimiz döndüğünce gazetecilik yaptığımızı, bu sürecin ‘bölünme’ değil sahiden Türkiye’nin ‘bütünleşmesi’ için olduğunu, akan kanı durdurmanın başka yolu olmayacağını anlatacağız. Gözlemlerimizi aktaracağız, gazeteci olarak tarihi anları yakalamanın öneminden söz edeceğiz.
Ama onlar, aynı nakaratları yineleyecek, aynı hamasi dili kullanacak, daha çok çocuğun cephelere, dağlara sürülmesini, çözümsüzlüğü savunacak...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.