Kandil Dağları’nda doğanın olanca güzelliği ve vahşiliği içinde etrafta askerî kıyafetleriyle dolaşan kadınlar doğrusu insana bir tuhaf geliyor. “Aile ocağını, sıcak yuvanı, eşini hatta çocuğunu bile bırakıp, bilmediğin tanımadığın başka insanlarla yaşamaya gelmek”... İnsan kendi kendine “nasıl bir cesaret” diye sormadan edemiyor. Hele de bizim memlekette çokça söylendiği gibi “kadın başına”... Bunu Kandil’deki mangada kaldığım üç gün boyunca dile getirmedim elbette. Zira “PKK’nın kadınları” için bizim normal hayatta kullandığımız “hanım” ifadesi dahi “sorunlu”. Cinsiyetçilik üzerine, kadının toplum içindeki yeri üzerine kafa patlatmış olan kadınlarla birlikteyim.
İki gündür, Medya Savunma Alanları ismi verilen Kandil Dağları’nda PKK’nın 2005’te kurulan kadın hareketi KJB’nin (Kama Jinen Bilen yani Yüksek Kadınlar Topluluğu) önde gelen kadınlarıyla, geçmişlerini, hayallerini, siyasete ve “barış sürecine” bakışlarını aktardık. Hepsi yaklaşık 20 yıldır birkaç kısa aralık dışında dağda bulunan Dr. Jian, Leyla Agiri, Fatma Adır, Kewende ve Beritan’la söyleşilerimizde, sıra “kadınlık hâllerine” geliyor... Silah kullanmayı da içerecek şekilde böylesine bir mücadele içinde yer almak nasıl bir şey? Bu dağlarda kadın olarak yaşamanın zorlukları nelerdir? Hayatlarında giyim kuşam, modaya yer var mı? Peki ya anne olmak, çocuk doğurmak, aşk?
“İhtiyaç değil demiyoruz ama..”
Doktor Jian, “Dünyada kadına dair ne varsa, doğası, çocukla ilişkileri ve ilişki kurma biçimleri, insanlık var olduğundan beri aşk ve sevgi üzerinden ele alınır. Bizde ise cinsiyetçiliği dışlayacak biçimde insana ait meseleler olarak ele alınıyor ve jineloji kapsamında işleniyor” diyor. Bunun iki amacı var: “Birincisi kadın sorununu görünür kılmak. Erkek bakış açısından çıkartmak. İkincisi ise çözüm üretmek. En başta da zihniyette yenilenme.”
Peki, aşk bunun neresine düşüyor? Dr. Jiyan, “Aşk vardır, olmaz mı” diyor. “Destanlara konu olan aşklar vardır..” diyor ama biraz “özel” kaçtığını hissettirircesine meseleye fazla girmek istemiyor. “Askerî anlamda baştan beri katı kurallar vardı ama ideolojik olarak da bu katı kuralları düzenleyen önlemler vardır” diyor. Peki, cinsellik? “Günlük cinsel yaşam insanlar için hiç ihtiyaç değildir demiyoruz ama yaşamda geri planda bir ayrıntıdır. Kadın onun için büyütülür ya, hani ya annedir, ya karıdır, kız kardeştir. Ama hiç düşünülmez kadın kadın olarak vardır, gerisini neyi ne kadar yaşayacağına kadın kendi karar vermelidir.”
Üniforma üzerine eşarp
PKK içinde kadın meselesi yoğun tartışma konusu. Fakat biraz da teorik düzeyde kalıyor, yahut öyle yansıtılıyor. Dr. Jian bu algıyı aktarıyor: “Kadının kurtuluş ideolojisi önderlik tarafından geliştirildi. Beş temel ilkesi var. Toprak, dayandığın coğrafya demek; yurtseverlik, kendi birikimin; orijinalliğini yitirmemek yani irade olabilmek. Örgütlülük ve mücadele ve estetik. Estetiği de sadece görüntüden ibaret saymayın. Güzel söz söylemek, bunu iyi ifade etmek de vardır.”
Fiziki görünüm, moda? “Bizler fiziki görünümümüze, giyim kuşamımıza dikkat ederiz” diyor. Modayı kendi tercihleri doğrultusunda takip ediyorlar. Televizyonlardaki magazin programlarını izlemiyorlar. Gözlerimiz hemen yanımızdaki Fatma’nın boynundaki yeşil askerî kıyafetiyle uyumlu eşarbına kayıyor. Fatma, “Elbette böyle şeyler de takarız” diyor. Hep birlikte gülümsüyoruz. Dr. Jiyan devam ediyor: “Ama elbette askerî kıyafetle ‘moda’ bir yere kadar. Askerlik sadelik ister. Doğal olan, kendimize yakıştırdığımız şeyleri giyeriz.”
Peki ya kişisel bakım ve temizlik? Dr. Jian, “Adet zamanlarının dezavantajları oluyor. Ağır sancılar, psikolojik ve dönemsel sıkıntılar yaşanıyor. Fakat örgüt bunun koşullarını da yarattı. Bunun imkânlarının bulunmadığı çatışma dönemleri de oldu elbette” yanıtını veriyor.
Annelik, çocuk.. tercih meselesi
Fatma Adir, 45 yaşında, çocuğu yok, mücadeleden fırsat da olmamış, özel olarak tercihi de. “Anne olmak... Bir canlı varlık dünyaya getirmek, kendinden bir parçaya emek vermek başka bir şeydir” diyor. Bu meseleleri derinlemesine tartıştıklarını söylüyor. Fakat Kandil’de kadın olmak “duygusallığa” fazla yer bırakmıyor. Fatma, bu durumu “Ama bütün bunlar, annelik, kadınlık, hayattaki amacınla tercihinle alakalı bir şey. Ayrıca anne olup da savaşan çok kadın var. Bazılarının çocukları üniversitede okuyor” sözleriyle izah ediyor.
PKK’nın kadınlarının çoğu dağa ailelerinden kaçarak gelmişler. Fatma, kadının doğal işlevleri olarak algılanan meselelere bakışını şöyle ifade ediyor: “Erkeklerin baskın olduğu bir ortama gelip mücadele edeceksiniz. Zaten kadın her yerde cinsel obje olarak görülür, hele de savaş ortamında. Kolay değil. Böylesi bir coğrafyada yürümeyi, silah kullanmayı öğreneceksin. Bir de eşitlik sorunu çıkacak. ‘Sen 10 kilo kaldırıyorsun, ben 20 kilo kaldırıyorum’ diyecek sana. Sen de ‘Ben de kaldırırım’ diyeceksin. Ama bu sefer de iş ‘kaba eşitlikçi’ anlayışa dökülecek.”
Fatma, aşk ve cinsellik meselesine pek girmek istemiyor. “Bazı şeyler kendi doğallığı içinde yaşıyor ama bunlar çok yaygın değildir bizde” diyor. Bir kadın olarak “silah kullanmanın nasıl bir şey olduğunu” soruyorum. Meseleyi “amaç” üzerinden tarif ediyor. “Kürt halkı silahı kutsal sayar, biz ise yetkin ve amacına uygun kullanıma önem veririz. İhtiyaç olmamasını isteriz ama silahın gerektiği zaman kullanılması ilkeseldir. Silah erkekler tarafından hiç gerekmeyen yerlerde erkek egemen tutumlar yüzünden yanlış kullanılabiliyor. Silah öyle bir şeydir ki, elinde olduğunda bilinçli değilsen çetelerin amaçsız kullanımına dönüşebilir. Çok tehlikelidir. Suriye’de görüyoruz işte.”
Fatma, “Toplumda cinsiyetçilikle mücadele görevimiz. Çözümden sonra da bu yöndeki çabalarımız devam edecek” diyor. Hatta daha da ileriye gidip, barış hâsıl olursa, kendilerine iddialı bir hedef koyuyor: “Türkiyeli erkekler hiç bizden kurtulamazlar.”
Aşk platonik, ama nadir
Beritan, 39 yaşında, onun da çocuğu yok. “Platonik de olsa aşk vardır. Yoktur değil. Ama çok da yaygın değil” diye açıklıyor. Ben sormadan atlıyor, “İstisna durumlar var tabii, az da olsa”: “Biz toplumdaki herhangi biri gibi yaşamıyoruz. Biz buraya zorunlu olarak değil gönüllü olarak geliyoruz. Yani bu bir tercih meselesi. Mesela nöbet başında yahut görev başında içki içilir mi? Öncelikler değişiyor ve bazı şeylerden feragat etmek gerekiyor. Aksi hâlde yozlaştırır, amaçtan saptırır ve saygınlığını yitirmesine yol açabilir.” Hamilelik ve kürtaj gibi konuları soruyoruz, bunların çok nadir yaşandığını söylüyor.
1980’lerde köylere kadınların da bulunduğu PKK’li gruplar indiğinde, köylüler ters bakarmış. “Her şeyiniz iyi güzel de bu kadınların burada işi ne” diye sorarlarmış. Beritan, “O zamandan bu zamana her şey değişti, şimdi kadın olmazsa olmaz görülüyor. Bunu biz değiştirdik. Devrim dediğiniz de budur. Mücadele devam ediyor. Devrim bir yerde başlayıp bir yerde biten bir durum değildir” diyor: “Kadınlar kendilerini geliştirdiler. Bu noktaya kolay gelmedik. Hem erkeklerle mücadele ettik, hem kendi iç mücadelemizi verdik. Sistemin biçtiği misyonu kabullenmedik. Kadın olmak dünyanın her yerinde zordur. Fiziki zorluklar da vardı. Erkekler savaşı kendi işi görür. Kadın savaşamaz, duygusaldır diye bakılır. Erkekler bazen ilkel de davranabiliyor, savaşı ilkelleştirebiliyor. Biz kadınların buradaki rolü ise kör öfkeyi bilinçlendirmek. Mücadelenin amaç temelinde yürütülmesini sağlamak. Askerlik keple baş arasındaki et yığını değildir. Bunun bir amaç için araç olduğunu göstermeye çalıştık biz kadınlar olarak.”
Günlük yaşamda da işleri kolay olmamış. Duş alma, hijyen gibi meselelerde bazı sıkıntılar çekilmiş. Beritan, “Eskiden kadın pedi kullanmazdık, penye bezler hazırlanırdı. Kendi tişörtlerimizi yıkayıp kullandığımız da olurdu. Analarımız da kadın arkadaşlar için ağda yahut bez, cımbız gönderirdi. Bir poşete koyar, ağzını bağlar, erkeklere teslim ederlerdi. İnsan bir şeyi yapmayı tercih ettiyse, seviyorsa bu tür meseleler zor gelmez” diyor.
“Hep cinsiyetçi bakış var”
40 yaşındaki Van/ Özalplı Leyla Agiri, kadına insan olarak değil, hep cinsiyet farklılığından yaklaşılmasından şikâyet ediyor.
“Zaten Kürt toplumunda kendi geleneksel kimliğimizle çarpışa çarpışa var olduk. Büyük mücadeleler verdik. Ama elde ettiğimiz önemli kazanımlarımız vardır. Tümden bir zihniyet değişimi lazımdı. Erkeğin değişimi dönüşümünde kadın çok önemli. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez” diyor.
Dağdaki hayatın içinde aşklar da yaşandığını anlatıyor, fakat bunların ezici çoğunlukla platonik kaldıklarını belirtiyor. Aşk, annelik, cinsellik daha ziyade “teorik” konular gibi görünüyor. Leyla kurdukları akademi sistemini anlatırken, şöyle diyor: “Askerî çatışmaların yanı sıra yoğun siyasi çalışmalarda ‘akademinin’ rolü büyük. Sosyalizm, demokrasi, ekoloji odaklı bu çalışmalarda kadın çalışmaları da yer alıyor. Kadın, aile, cinsellik, aşk, evren.. Bütün yaşam alanları tartışılan konular. Kimisi altı aylık eğitimden geçiyor kimisi dört yıllık, ihtiyaca göre değişiyor.” Leyla örneğin Jineloji Araştırma İnceleme Merkezi’nde ders veriyor. Kadın açısından ideolojiden sanata kültürden ekonomiye bütün bilimler kadın değerlerini kapsayacak şekilde bir çalışmaya dökülüyor. Amaçları cinsiyetçi bilime alternatif olma iddiasını içeren bir şey.
“Erkekleşme” tehlikesi
42 yaşındaki Kewende Herekal, “Bizde kimse kadına saygısızlık yapmaz, yapamaz. Cinsiyetçiliğe karşı sıkı mücadeleler verildi” diyor. Kadının hayatın her alanında yer aldığı bir dünya kurulması gerektiğini belirtiyor, “Kadınlar da yiğit olabilirler. Yiğit kadın olarak, erkek gibi kadın olarak. Zaten dünya çapında ulusal kurtuluş hareketlerinde pek çok kadın yer alır” vurgusu yapıyor. Kendileri açısından Kürt toplumundaki feodal yapı da mühim bir mesele: “Cinsiyetçilik, aile baskısı, zorla evlendirilmekten kendisini kurtarıp örgüte atan arkadaşlar var. Sadece kadın da değiller bunlar. Son dönemde iki erkek arkadaş katıldı, zorla evlendirilmekten kaçtılar. Aileden kopmak zor. Kürdistan’da bir de daha feodal bir yapı var. Adın daha çok destekçi pozisyonda erkek hep önde. Ama 1990’larda yüzlerle binlerle ifade edilecek bir katılıma dönüşünde işler değişti.” Daha ziyade “fiziki sınırlara” vurgu yapıyor: “Kadın olarak sistemin içinden de geliyorum, fiziki sınırlarımı da bilmiyorum tam olarak. Kadın güçsüzdür hep, kendine fazla güvenmez. Ben bu dağları nasıl aşacağım oluyorsun. Sonra yarım saat, bir saat yürüyebildiğini anlıyorsun.” Ama diğer yandan da erkeklerle oluşturulan rekabet ortamının yarattığı sorunlara dikkat çekiyor: “Erkek ortamında başka zorlukla da var. Erkek gibi olma tehlikesi, kendinden uzaklaşmak.”
Kandil’in kadınları her konuyu konuşuyor, tartışıyor. Tabuları varmış gibi görünmüyor. Fakat “özel” alana girmelerinin de sınırı var. Daha ziyade her meselede cinsiyet vurgusunu dışlamayı tercih ediyor. Ortak vurguları “Böyle var olmak bizim tercihimiz.”
Kürt feminizminin yolunu açan Öcalan
Kandil’in Kadınları için “önderlik” diyerek andıkları PKK lideri Abdullah Öcalan hayatlarının “odağında” yer alan biri. KJB 2005’te kurulmuş. Leyla Agiri, “Önderliğin kadınla kurduğu ilişki o kadar doğaldır ki, ideolojik ve felsefedir ki, sosyal anlamda çok derindir” diyor. Bu derinliğin ise Öcalan’ın ortaya koyduğu “cinsiyetçiliği dışlayan, kadınların önünü açan toplum projesinde yattığını” söylüyor. Nitekim, 1990’lara kadar erkeklerin tümüyle egemen olduğu örgütte, kadınlar için de bir yol açılmasının müsebbibi olarak Öcalan görülüyor. Hepsi de Öcalan için “Hep koruyucumuzdu” diyorlar. KJB’de bütün kararlar erkeklerden bağımsız olarak alınıyor. Leyla’ya göre, “Zaten erkek kadın kararlarına çok karışmamalı.”
Öcalan onların gözünde Kürt kadınları arasında feminizmin kurucusu. Leyla, “Kürt toplumunu biraz tanıyan insanların ortaklaştığı nokta, Öcalan’ın kadın açısından gerçekten bir devrim yarattığıdır” diyor. Bunun en baş sebebi de onlara göre, Öcalan’ın PKK içinde bir kadın hareketi başlatması, başlatırken de bunu “erkeklik kültürünün özeleştirisine” dayandırması. Kendi mücadelelerini de ihmal etmiyorlar fakat “önderlik” olmadan bunun mümkün olamayacağını sürekli söyleyerek. Leyla’nın ifade ettiği gibi: “Cinsiyet eşitliği kavgasının başlatıcısı önderliktir. 2000’lerde ‘önderlik’ bu projeyi de önümüze koydu. Erkekleri eğitip mevcut egemen zihniyetten kurtarmak. Erkek dünyası daha rekabet, bireycilik, savaş dünyası. Bizimkisi ise daha kolektiftir. Bu proje sayesinde kadına erkeği eğitme sorumluluğu verildi. Sonrasında cinsiyet mücadelesi bunun üzerinde yükseldi.”
“İslam baskı aracı olmamalı”
Kandil’in kadınlarının İslamiyet algısı “sosyalizm” perspektifi üzerinde şekilleniyor. Hepsi de dini siyasetin alanından çıkartmak gerektiğini söylüyorlar. Fakat diğer yandan da “insan nasıl inanırsa öyle yaşasın” diyorlar, kimsenin kimsenin yaşamına karışmaması gerektiğini belirtiyorlar. Fatma, “Kültürel, inanç anlamında bizim İslam’a yaklaşımımız. İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık, bunların siyasi araca dönüştürülmesi kadar kötü bir şey yoktur. İnanç araçsallaştırılmış durumda” diyor.
Fatma’ya göre “İslamiyet sıklıkla ileri düzeyde günlük çıkara alet ediliyor”: “İnsanlar inandıkları değerlerle yaşayabilirler ama başkası üzerinde hegemonik baskı aracına dönüştürürlerse olmaz. Biz inancı da bir aidiyet olarak görüyoruz. Biz farklı bir yerden görüyoruz. İnancını başkasına baskı aracı yapmadan da yaşayabilirsin. Ateistler de yaşayabilir. Türkiye’de AKP’nin yaptığı inancın araçsallaştırılması, siyasete alet edilmesidir. Bunu yaparsanız başkasına baskı aracına dönüştürmüş olursunuz. O zaman da ortak değerleri aşındırırsınız.”
Kawende de dinin siyasallaştırılmasına yönelik itirazını dile getiriyor: “Anadolu coğrafyası burası. Ortadoğu’nun zenginliğidir. Hıristiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık, Zerdüştlük de bu topraktan çıkmış. Bunlar siyaset malzemesine dönüşünce en büyük yıkımları, savaşlara sebebiyet verebilir. Hareket olarak biz dinin kullanımına bu boyutuyla karşıyız.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.