Hollywood filmlerini düşünün.
Korku filmlerini.
Bir aile o görkemli müstakil eve taşınır.
Her aile kadar sorunları olan, bir adam, bir kadın, iki güzel çocuk.
Büyük umutlarla taşınılır o eve.
Evdeki herkese iyi gelecektir orada yaşamak.
Çocuklar için bahçede salıncak, kaydırak, anneye o hep istediği mutfak, babaya ayrı bir çalışma odası.
Mutludurlar ve bizler bunun böyle gitmeyeceğini hisseder, endişelenmeye başlarız.
Bir şeyler olacaktır.
Olur da.
Evde onlara ait olmayan sesler duymaya başlarlar. Sesler, silik görüntüler, ufak tefek garip kazalar. Onların gündeminde olmayan yeni bir varlık o evde yaşamaya başladıklarında hayatlarına girmiştir artık.
Çocuklarını korkutur o ses.
Psikolojilerini bozar.
Panik ve endişe içinde işleri yoluna koymaya çalıştıkça sorun daha da büyür.
Kızarız o varlığa biz.
O masum insanların hayatlarını altüst etmiştir bile.
Ev yaşanmaz hâle gelmiştir ama artık ev orasıdır.
Filmin sonlarına doğru bir gelişme olur.
Ne bileyim, çekmece kendi kendine açılır.
Bir fotoğraf yere düşer.
Bir zulada bir defter bulunur.
Bir şey olur.
Anlarız.
Film boyunca kızdığımız o gaipten gelen ses o evin eski sakinidir.
Öldürülmüştür.
Ve usulüne göre gömülmemiştir.
Adalet istemektedir.
Bir de mezar taşı.
Kalan bölümde evdeki hayaleti tutmaya başlarız.
Evdeki aile de öyle yapar.
Katili bulmaya çalışırlar.
Korkuları geçmemiştir ama başka çareleri yoktur.
O evin mağdur ruhunu sonsuzluğa yollamaya çalışacaklardır.
Adalet arayışının parçasıdırlar artık.
Katil cezasını bulmalıdır.
Kimse evinin bahçesinde bir mezar istemez.
Fakat zaten o beden o evin toprağında gömülüdür. Onlara düşen mezarın başına bir taş koymak ve arada bir dua etmektir.
Ermeni meselesi bu toprakların o sesidir işte.
Korkutan, ürperten, kızdıran bir sestir.
Evimizdeki huzuru kaçırır, rahatsız eder.
Ona kızarız.
Yapacak bir şey yok, kan adaletle susar.
Siz bu satırları okurken bizler bugün yine mahkeme kapılarında olacağız.
O sesi bizlere duyurduğu için kızılan ve sonra katledilen Hrant Dink’in katillerini soracağız.
Cinayetin yedinci yılında Yasin Hayal ve Ogün Samast’tan başka tutuklu sanığın olmadığı, hiçbir kamu görevlisinin soruşturulmadığı, tüm taleplerimizin reddedildiği bunca badireden sonra müsamere tekrar başlayacak.
Hâlâ gücümüz var mı emin değilim.
Muhtemelen Dink Ailesi artık duruşmalara katılmayacak.
Muhtemelen dava tekrar eldeki üç beş Trabzonlu gencin etrafında dönüp duracak.
Duruşma günlerinde medya biraz ilgi gösterecek, zorda kalan siyasiler üzüntü beyan edecek, duruşma salonunun önünde günden güne eriyen kalabalıklar olacak.
Devlet, Hrant Abi’nin “faili meçhuller katalogu”ndaki sayfasını çevireceğini düşünecek, rahatlayacak.
Fakat sonra ocak ayı gelecek.
Aradan bunca yıl ve bunca başka felaketler geçirmiş olmamıza rağmen AGOS’un önündeki kalabalık onbinleri bulacak.
Memleketimizi huzura kavuşturacak o rahatsız edici sesi elimizden alanlara lanet edeceğiz.
Ölülerimizi usulüne göre gömeceğiz biz.
Katillerinden hesap soracağız.
Sonrasında evlerimizde çocuklarımızla mutlu yaşayabileceğiz ancak.
Kimse bahçesinde bir mezar istemez elbet.
Fakat zaten ölüler, üzerinde yaşam kurduğumuz toprağın altında yatıyor.
Artık ölülere değil katillere kızma zamanı gelmedi mi?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.