Dün Ak Parti ve HDP heyetleri buluştu.
Buluşmada, koalisyoın meselesi ne kadar konuşulduğunu bilemiyoruz, ancak çözüm sürecinin hangi düzeyde olduğunu Sayın Davutoğlu ve Sayın Önder’in açıklamalarından öğrendik.
Anladıklarımı okuyucularıma duyurmaya, Sayın Davutoğlu’nun bir görüşünü ele alarak başlamak istiyorum: “Olağanüstü halin kaldırılmasından, … Kürtçe propagandaya kadar çok geniş demokratikleşme süreci hayata geçirildi; bu gerçeklik üzerinde bugün HDP, güçlü bir grup olarak 80 milletvekiliyle TBMM’de buluyor” diyen Davutoğlu, konuşmasında, dört siyasal partiyle birlikte, “Türkiye’nin demokratik standardının en üst düzeye çıkması çaba göstermeya hazır olunduğunu ama terör veya şiddet unsuru içeren her müdahaleye ortak tavır alınacağını, silahlı bütün gurupların Türkiye dışına çıkması gerektiğini” bildiren ortak deklarasyonu yayımlamayı önermiştir. (AA, son güncelleme 15 Temmuz 2015 15:51)
Şimdi çözüm sürecinin başına gideceğim.
2013 yılının ilk günlerinde, MİT Müsteşarı ve görevlendikleri devlet memurları bir süredir, İmralı da Öcalan ile konuştukları ve belli bir sonuca gelindiği söyleniyordu. Ocak ayı başlarındaki yazı dizisinde görüşmeleri ele almış ve bazı hususları açıklamıştı. (Vatan 2-6 Ocak 2013)
3 Ocak 2013 Perşembe günü tarihinde, BDP’ki Ahmet Türk ile Ayla Akat İmralıya gittiler ve Abdullah Öcalan ile akşam üzeri İstanbula döndüler, Basınla karşılaşmadan, Diyarbakır’a gitiler. Ertesi gün BDP yetkilileriyle buluşup konuştular.
Ahmet Bey, Ankara’ya dönerken uçağa binmeden habercilere sadece şu cümleyi söyledi:
“Hedef Kürt sorununun çözümü kapsamında silaha ihtiyaç duyulmayacak bir ortamın yaratılmasıdır.”
Böylece, 2009’larda “açılım süreci” denilen çalışmalar, “çözüm süreci” adı verilen yeni bir sürece girmişti.
6 Ocak 2013 Cumartesi günü, Afrika gezisine başlamadan önceki basın toplantısında Başbakan Erdoğan, İmralı görüşmeleriyle yeni bir aşamaya giren sürece dair açıklamalarda bulundu. Sözleri arasında benim şu cümlesi dikkatimi çekmişti: “bütün gayretimiz, terörle mücadelede başarılı olabilmek, huzur ve refahı tam manasıyla ülkemizin dört bir köşesine getirebilmektir”.
Aynı gün Kandilden şunlar söylendi: “Silah bırakmadan bahsedenler, kendilerine göre kurnazlık yapıyorlar. Çözümün önü Önder Apo ile açılır.”
O günlerden bu yana, “silaha ihtiyaç duyulmayacak bir ortamın yaratılması” için ne yapılmıştır, kimse bir şey söylemiyor!
İşte dün Davutoğlu da aynı akılla söyledi; “Demokratikleşme tamam, kamu düzeninden vazgeçmeyiz”!
Bunlar, İmralı ile yapılan anlaşlamaları, kapalı kapılar ardında söylenenleri dikkate almayan sözlerdir. Herhalde Sayın Hakan Fidan toplantılarda söylüyordur.
HDP yetkilileri, Öcalan, Kandil şimdiye kadar ne demiş olurlarsa olsunlar, neyi kabul etmiş, neyi kabul etmemiş olurlarsa olsunlar; şimdi ben eski bir Türk siyaset adamı olarak, açıkça konuşmak istiyorum;
Ülkemizin ve halkımızın Kürt sorunu vardır; özeti de şudur:
Sınırlarımız içinde yaşayan ve yaşamak isteyen 8 milyon civarında seçmen yaşında İNSAN, kendini Kürt olarak bilmekte ve Kürt olduğuna inanmaktadır. Bu insanlar, gelir, eğitim ve mesleki bilgi düzeyi bakımından, geri kalan 45 milyon seçmenden ciddi olarak farklıdır. Kürtler’in çok büyük kesimi bu farkın, 90 yıldan beri ayrımcı devlet anlayışı içinde bulunmalarına; Kürtlere eşit haklar verilmemiş olmasına bağlamaktadırlar.
Gerçekten, yönetim sistemimizin bu kadar geri bırakılarak merkezi yönetimin akıl almaz hudutlara kadar genişletilmesinin, halkın yaşam yeriyle ilgili hiçbir gerçek yetkisinin olmayışının, bütün halkın ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ortadan kaldırılmış bulunmasının, yönetim ve güvenlik sisteminin hiçbir demokratik ülkede olmadığı kadar yetkilerle donatılmasının ve bunların halkın zihninde yarattığı ayrımcılığın sonucu yukarda saydığımız fark oluşmuştur.
Kürt sorununun bulunmadığını iddia edenler, eşitlik savunucularını “bölücülük” ile suçlamaktadırlar.
Ak Parti, ilk on yıllık döneminde evrensel eşitlik anlayışıyla Kürt Sorununun çözümü için politikalar geliştirmiş ve sonucunu da, 2007 ve 2011 seçimlerinde almıştır. Son yıllarda “Kürt Sorunu yoktur, Kürt yurttaşların sorunu vardır” anlayışı zihinlere yerleştirilmek istenmektedir.
“Açılım süreci” ve “çözüm süreci” adı verilen politikaları içinde bazı adımlar atılmış, fakat esas adımların atılması reddedilmiş ve engellenmiştir.
Üç yıldan beri, Erdoğan ve Davutoğlu, “silahların bırakılmasını” sık sık, demokrasi sözü edilen her yerde söylemektedirler. Ne ilgisi var kamu düzeniyle Kürt Sorunu’nun? Kürt soununu çözmek için adım attınız da polise taş mı atıldı?
Ne demek Kürt sorunu dendiğinde, “önce kamu düzeni” demek? Kamu düzenini korumak hükümetin görevidir; Kamu düzenimiz nasıl bir düzendir yatağa yattığınızda bir düşünsenize?
“Terör” kavramını, bizim Terörle Mücadele Yasasının birinci maddesinde tanımlandığı gibi tanımlayan bir demokratik ülke gösterebilir mi?
Son kırk yılda, binlerce hatta onbinlerce Kürt, terör kapsamında mahkemeye çıkarılmadan tutuklanmış, yıllarca iddianamesini okumadan hapiste yatmıştır.
Artık sonuna gelindi; çözümün doğru yolunu eminim bütün yöneticilerimiz biliyor; onlara akıl satmaya gerek yok; çözmek istiyorlarsa da, bu biçimde sürdürmek istiyorlarsa da bildiklerini yapsınlar!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.