Başbakan Erdoğan Diyarbakır’a gitmeden önce Diyarbakır’daki AKP’li dostlarımızdan epey mektup, mesaj aldık.
Bastırmaya çalıştıkları bir isyanla Başbakan’ın konuşmasını, Diyarbakır’da Uludere katliamıyla ilgili yüreklere su serpecek, Kürtlerin gönlünü alacak, hukukun ve demokrasinin gereklerine uyacak bir açıklama yapmasını bekliyorlardı.
Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken, o dostlarımızın ümitlerini ve eski bir filmi hatırladım.
“Kumsalda” diye bir filmdi, dünyadaki bütün insanların öldüğü nükleer bir felaketten sonra bir küçük koyda sağ kalmış bir grubun son günlerini anlatıyordu.
Büyük bir afiş asmışlardı.
“Hâlâ ümit var kardeşim” diye yazıyordu afişin üstünde.
Filmin son sahnesinde, o koydakilerin de öldüğünü ve bomboş dünyada o bez afişin rüzgârla sallandığını görüyordunuz.
“Hâlâ ümit var kardeşim.”
Dün Başbakan Diyarbakır’da Uludere yerine kürtajı ve sezaryeni anlatınca,
sanırım o afiş AKP’li Kürtlerin bomboş kalmış ruhlarında dalgalandı.
Ne yazık ki Erdoğan da “halkın ahmak olduğuna” inananlar kervanına katıldı, Kürtleri Uludere yerine kürtaj konuşmalarıyla oyalayabileceğine inandı.
Yanlış işler yapıyor Erdoğan.
Çok fazla, çok keskin biçimde bölüyor ülkeyi, önceki gün Diyarbakır’dan arayan AKP destekçisi genç bir dostum, “Buraları çok gergin, bu kadar gerginliği bu ülke çok uzun taşıyamaz” diyordu.
Başbakan, PKK-devlet gerilimini Uludere’den sonra Kürt-Türk gerilimine dönüştürüyor, olabilecek en korkunç gerilim bu.
Bununla da yetinmiyor, kasabalı-şehirli, milliyetçi-demokrat, muhafazakâr-modern, fetvacı-laik gerilimlerini de ülkenin sırtına bindiriyor.
Bu kadar gerilimi taşımak zor gerçekten.
Uludere’den kaçmaya çalışırken öyle ters bir yola girdi ki her adımda hem kendisi batıyor, hem ülkeyi batırıyor.
Bugüne kadar ne kendisinin gündeminde, ne partisinin programında olan meseleleri ortaya atarak, yaptıklarına Diyanet’ten fetva almaya çalışarak, meseleyi saçmalaştırdıkça saçmalaştırıyor.
Üstelik yanındaki aklı başında insanlar hazırlıksız yakalandıkları için bu saçmalığa ayak uydurmaya çalışıyorlar.
Çok başarılı işler yapan, sağlıkta reformlar gerçekleştiren Sağlık Bakanı kalkıp, “Tecavüzden doğan bebeği kirli görmek insanlık dışıdır” diyor, o bebeğin “kirli” olduğunu kim söyledi, o bebeğin kirli olduğuna dair bir tartışma mı var?
Tecavüze uğrayan kadınlar, bebekleri “kirli” diye mi kürtaj yaptırmak istiyor?
Böyle sanmak için tecavüze uğrayan kadınların duygularını, yaşadıkları korkunç travmaları, ruhlarındaki çalkantıları hiç ama hiç anlamamak lazım.
Bir başka başarılı bakan olan, merhametiyle, şefkatiyle, çalışkanlığıyla her zaman alkışı hak eden Fatma Şahin de “güçlü bebeklerden” söz etti.
Bu lafı duyar duymaz insanın aklına Nietzsche ve Hitler zinciri geliyor.
Tabii buna bir de Erdoğan’ın “öz evlatlarımız” lafını ekleyin.
“Kirli bebekler”, “güçlü bebekler”, “öz evlatlar”, üvey evlatlar.
Bu gidiş nereye?
Güçlü ve dindar nesillere üniformalar giydirip kollarına pazubantlar takmaya mı hazırlanıyoruz?
Ama insanı derinden sarsan asıl laf Melih Gökçek’ten geldi.
“Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün.”
Bu lafı din adına, ahlak adına, merhamet adına söylüyor.
“Bebeğin hayatı kutsaldır” noktasından çıkıp üç günde “anası kendisini öldürsün”e geldiler.
Hayatı kutsal görüyorsan zavallı kadınları neden ölüme layık görüyorsun, kutsal görmüyorsan neden kürtajı “hayatın kutsallığına” bağlamaya çalışıyorsun?
Bu merhamet mi oluyor, adalet mi oluyor, dindarlık mı oluyor?
Nasıl bir kadın düşmanlığı bu?
Belli ki Gökçek’in aklında “evlilik dışı bir ilişkiden” olan çocuk var ve böyle bir ilişkinin cezasını kadının “ölerek” görmesini istiyor.
Gene de şanslıyız, henüz “o kadını biz öldürelim” noktasına gelmediler,
şimdilik “kendisini öldürsün” önerisindeler ama yakındır “o kadının” ölümü hak ettiğini daha açık bir şekilde söylemeleri.
Epeyce insanın “Allah’tan değil cehennemden korkmayı” Müslümanlık sandığı, korkunç bir “seks takıntısını” din maskesinin ardına saklayan kalabalık bir erkek grubunun yaşadığı ülkede “kürtajı” böyle apar topar gündeme sokmaya kalkarsan, vahşi bir kadın düşmanlığını da böyle açığa çıkarır, bu vahşeti meşrulaştırırsın.
Kadın öldürmenin zaten bu kadar çok olduğu bir ülkede “yönetici” geçinen adamlar, “kadınla ölüm” kelimelerini böylesine rahatlıkla birarada telaffuz etmeye başlarlarsa korkarım kadın cinayetlerinde patlama yaşarız.
AKP, İdris Naim Şahin ve Melih Gökçek çizgisine teslim oluyor.
Uludere’de ölenleri suçlu ilan edip aşağıla, kadınlara ölümü reva gör, toplumu bölüp parçalara ayır, düşmanlığı yay.
Barış içinde huzurla yaşamanın kenarına kadar gelmiştik.
Paramparça ettiler.
Ne kendilerinin huzuru kaldı, ne toplumun.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.