İŞÇİ cephesinden esmeye başladı. TEKEL direnişinin tarihi bir dönüm noktası olacağı belliydi. Şimdi sendika işgallerini seyrediyoruz bir yandan, bir yandan madenci ölümleri karşısında Başbakan’ın, “Ben kader demedim, kader dedim” (Hakikaten böyle dedi) açıklamasını. Sonuç şudur: İşçi cephesinden esmeye devam edecek.
BAHÇE SAHİPLERİNİN KADERİ
Bu, “kader” değil. İnanç meselesi de değil. İnsanlığın binlerce yıllık şaşmaz matematiği. Kadim zamanlarda peygamberleri doğuran zulüm, bugün işçi liderlerini doğuruyor. Vaktiyle duaları yazdıran kalp, bugün grev bildirilerini yazdırıyor. Hz. Muhammed’in alnındaki yoksulun kardeşliğinden olma nur, bugün kara yüzlü madencilerin gözlerinde. Zalime karşı mazlumun tarafını tutunca insanı güzelleştiren ne ise bugün o işçi cephesinde. Açlık katlanılmaz olunca ne olursa insanlığa, bugün Zonguldak’ta, İstanbul’da, İzmir’de o oluyor. Olacak da, göreceksiniz. Çünkü “Cahiliye Devri”nin ikrah safhasındayız. Çünkü yüzlerce adam, yeni doğmuş kız çocukları gibi gömülüyor. “Bahçe sahipleri” o zaman da “kader” demişti belki...
SÖMÜRÜYÜ CİLALAMAK
Bakalım “bahçe sahipleri” bugün neler söylüyor?
Yrd. Doç. Dr. Berna Güler Müftüoğlu ve Bağdagül Taniş, “21. yüzyılda Zonguldak maden işletmelerinde çalışma hayatı: Bir kesit-Tek gerçek” başlıklı bir araştırma yaptılar. “www.sendika.org”dan tamamına ulaşabilirsiniz. Diyorlar ki:
“...(Bugün) emek gücünü satma, yerine kariyer planlanma; işçi-emekçi, yerine işgören, işçi sağlığı, yerine iş sağlığı; kadrolu, yerine sözleşmeli 4/c, 4/b, 50/d vb.; kamu işletmeciliği, yerine özelleştirme; sendikalaşma, yerine insan kaynakları yönetimi, toplam kalite yönetimi gibi kavramlar kullanılmaktadır.”
Ne kadar cilalarsanız cilalayın, kâr hırsı insan öldürüyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporuna göre Türkiye, dünyada en fazla iş kazasının yaşandığı üçüncü ülke. 1980’den sonra yasallaşan ve şimdiki hükümet döneminde iyice arsızlaşan işçi sömürüsünü belgeleyen Müftüoğlu ve Taniş’in, araştırmaları sırasında Zonguldak’ta yaptıkları görüşmelerden biri Karadon’da neden 30 işçinin öldüğünü açıkça gösteriyor:
“ESKİDEN...”
“İki yıldır Türkiye Taşkömürü Kurumu işçisiyim. 26 yaşındayım. Anlatıyorlar da eskiden damarlarda kömür çıkarma işlemini en az 20 kişi yaparken, biz en fazla 5 kişi gruplar halinde girerek aynı işi yapmaya çalışıyoruz. 4 saatte kazı işini tamamlamak zorundayız. Kazı işinde can güvenliği çok önemli ama kısa sürede bitirebilmek için de seri hareket etmek zorunda kalıyoruz. Bu durumda da her gün geçmiyor ki irili ufaklı iş kazası olmasın. Eskiden günde 6 sefer halinde olan faytonlar varmış, şimdi ise bir sabah bir de akşam var. İki saatte gideceğimiz yere 10’ar kiloluk yüklerle gidiyoruz. Dönüş de iki saat oluyor tabii ki. Yorgun düşüyoruz. Bir de dikkat en üst safhada olacak diyorlar. İşe gelişlerde servisler var ama bir kısım ücretini de cepten ödüyoruz. Birçoğumuzun yolu daha uzun, çevre ilçelerden geliyorlar. Otobüs minibüs yani neticede sabah 05’te yataktan kalkan var. Öyle yemeğimizi biz yanımızda getiriyoruz. Kimi de getirmiyor. Yenmiyor zaten. Tozlu topraklı göz gözü görmeyen yerde yemek içmek azap zaten. Bazen vakit de olmuyor. Eskiler anlatıyor da tahin, ekmek ve de yoğurt dağıtılırmış, bizler bilmiyoruz. Bir de kömür yardımı yaparlarmış. Şimdi o da yok. Kaçak kömür alıyoruz. Kömürü biz çıkartıyoruz ama onu alacak para az. Eskiden kazma ve kürek kullanılarak kazı yapılırmış şimdi daha yoğunluklu olarak modifiye makinesi kullanılıyor. Makineyle daha çok ve kısa zamanda kömür çıkartılıyor ama çok ses yaptığı için çökme seslerini duyamıyoruz ya da hissedemiyoruz. Göçük altında kaçmak zorlaştı. Artık kart basıyoruz. İşimiz erken de bitse kart basmak için 2 saat beklediğimiz oluyor. Islak ve kömürlü bir halde üşüyoruz tabii, aynı zamanda herkes bronşit oluyor. Ben işe girdiğimden beri vagonlar, tekerlekler, raylar hiç kontrol edilmiyor. Aksamalar olduğunda maliyet deniyor.”
İşçinin kaderinde ölüm varsa, buraya yazıyorum işte, insanlığın kaderinde de insanlıktan çıkarılmaya isyan var...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.