Her Allah’ın günü yeni bir kavga konusu icat etmekte büyük maharet sahibi bir toplumuz. Aynı zamanda, olaylara belirli bir genelleme düzeyinde baktığımızda, hiçbir yenilik yaratamayan bir toplumuz. Maharet, eski temel kalıpları yeni adlara, kişi ve olaylara uyarlamamızda. Böylece, yeni bir “kavga” görünümü içinde eski kavgayı sürdürüp duruyoruz. Bunların kökü de “modernleşme” sürecimize uzanıyor. O süreci götürmek için uygulanmış berbat metodoloji ve onun da egemen kıldığı ideolojik kalıplar bugün hâlâ egemen, hâlâ belirleyici.
Muhteşem Yüzyıl bugünlerin büyük kavgası. Bir yorum var: diyorlar ki Başbakan bir yerde sıkışınca yapay gündem yaratıyor, dikkati başka yere çekmek için. Belki öyle bir niyeti vardır, ama bunu kendi düşündüğü çerçeveden çıkarak yaptığı, o çerçeve de bu toplumun genel ideolojik yapısının ürünü olduğu için, sonuçta “yapay” olmuyor.
Nitekim, Başbakan bu dizi hakkında hiçbir sanatsal ya da kültürel zemine oturmayan sözler söyler söylemez, partisinden biri elinde yeni bir yasa taslağıyla zuhur ediyor. Görüyoruz onu da televizyonda, açık unutulmuş bir demagoji musluğu hâlinde, konuşuyor. Sözlerinin hiçbir nesnel karşılığı yok; ama zaten bu sözleri o mu söylüyor, yoksa bunlar Türk milletinin Jung’un deyimiyle ortaklaşa bilinçdışının aşuresi mi?.. Muhtemelen ikincisi.
“Olduğundan farklı göstermek”... Bırakın hikâyeyi, kurguyu, o tipi oynayacak oyuncuyu, onun sakalını bıyığını kararlaştırırken, tipin kendi kafanızdaki imgesine göre bir yorum yapıyorsunuz. Peki, biri gelip “Bu olmamış” dediğinde, neye dayanarak “olmamış” diyor? Kendi kafasındaki imgeye göre! Hangi imgenin “doğru” olduğunu ölçecek bir âlet icat olundu mu? Bu milletvekilinin aklında, “Bizim ecdadımız...” diye başlayan, akıl, tarih, bilim dışı bir hamaset söyleminden başka bir ölçüt var mı? Böyle şeylerin “doğru”su olabilir mi? “Doğru”sunun saptanmasının imkânsız olduğu bir yerde yasa ve hukuk inşa edilebilir mi?
Ama seyrededurduğumuz aktörlerin zaten mantıkla falan ilgileri yok. Bambaşka bir dünyada yaşıyor onlar.
Kanunî Süleyman’ı “aşağılanmak”tan koruyacak kanun çıkarma fikri “özgün” mü? Değil, çünkü bu memlekette Atatürk’ü koruyan kanun var. Yapılan, o modeli “tarihî” diye bilinen daha eski kişilere uygulamak zaten bir de öteki garabet, “301” var.
Atatürk’ü koruyan kanun neyin nesi? 1950’de CHP iktidardan düşüp yerine Demokrat Parti gelince, Atatürk, Batı vb. düşmanlığı ile yetişmiş Ticani tarikatından, eline çekiç geçiren, Atatürk heykeli kırmaya koşmuştu. Aslında pekâlâ Kemalist olan DP iktidarı acele bu kanunu çıkardı.
Peki, Ticaniler niye öyle davrandı? İdeolojileri gereği “heykel” gibi şeylere öyle sempatiyle bakmıyorlardı zaten. “Atatürk heykeli” de, kafalarındaki “put” kavramına tam uyuyordu. Ama 70’lerde Gürdal Duyar’ın “İstanbul” heykelini, çok yakında da Kars’taki heykeli yok edenler, aynı genel ideoloji içinde hareket etti. Bunlar’ın Buda heykeli uçuran Taliban’la akrabalıkları?.. “Yoktur” diyebilir misiniz? Onaylanır yanı var mıdır onların bu davranışının? Hayır, yoktur.
Peki, her yere bir Atatürk heykeli dikme tutkusu nedir. Bugün Atatürk heykellerinin dikili durduğu bütün bu yerlerde, Muğla’dan Konya’ya, bütün memlekette, yerel halk mı, “Biz Atatürksüz yapamayız” deyip, heykeltıraş bulup, bu heykelleri ısmarlayıp yaptırmıştır; yoksa merkezî devlet mi, halk sağlığının bunu gerektirdiğine karar verip, anayurdu demir ağlardan çok Atatürk heykelleriyle örmüştür.
“Metodoloji” dediğim bu zaten. Takımlar değişebiliyor, ama her zaman, her şeyin “doğru”sunu bilen birileri var. Bunlar, ellerine fırsat geçtiği anda, o “doğru”yu toplumun zihnine çakmak ve kazımak üzere harekete geçiyor. Çünkü aslında öncelikle onların zihnine birileri bu şeyleri çakmış ve kazımış. Bunların gözünde toplumun zihni, üstüne kendi beğendikleri imgeyi kazıyacakları “tuval”, edilgin bir şey, bir “mahfaza”. Böylece kendini ceberutlukları üretirken, aslında birbirlerini de yeniden-üretiyor ve biçimlendiriyorlar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.