Şu haberi görmüşsünüzdür belki:
“İstanbul’da oturan 76 yaşındaki emekli Mustafa Ç’yi cep telefonundan arayan bir kişi, kendini terörle mücadele şubesinde çalışan polis olarak tanıtıp, ‘hesabının terör örgütü tarafından takip edildiğini’ ifade etti. Örgüt üyelerini yakalamaya çalıştıklarını anlatan kişinin talebi üzerine, Mustafa Ç, emekli ikramiyesi ve biriktirdiği para olan 100 bin dolar ve 28 bin TL’sini Gaziantep’e gitti ve verilen talimatlar doğrultusunda parasını bir ağacın altına bıraktı. Parasını geri alamayan Mustafa Ç, bir süre sonra dolandırıldığını anlayarak Emniyet Müdürlüğü’ne şikâyette bulundu.”
Zavallı Mustafa Bey... Ne kadar kolay inanmış...
Kolay inanmış, çünkü terör “bizim” (“iyi biz”) kimliğimizi kurmak için ne kadar güçlü bir negatif işaret olmuş; ne kadar çok tersten “kutsallık” üretmiş; nasıl da “terör” deyince akan sular duruyor!
Mustafa Bey gayet iyi niyetli; her şeyini verebilir terörle mücadelede... Her şeye inanabilir. Çünkü “vatan-millet” bizim dış kabuğumuzdur. O kabuğun hepimizde olduğunu en azından göstermek zorundayız. Çünkü gösteremezsek, “hain” damgası yememiz kaçınılmazdır. Birileri kanımızın (ya da “ırkımızın”) aslında “başka bir kan” (ya da “ırk”) olduğunu, ya da “takiye” yaptığımızı, aslında “liboş”, “yobaz”, “komünist”, “AKP’ci”, “bölücü”, “mütareke basıncısı” olduğumuzu da söyleyebilir.
Kabuktan içeri doğru girdiğimizde, biraz daha “normal”, “kendi” hâlimizi buluruz. Orası karmaşık bir yerdir. Tekildir, biriciktir ama “tek bir şey” değildir. O karmaşıklığın içinden dünya kadar insanlık hâli geçer. Korkularımız, heyecanlarımız, sevgilerimiz, aşkımız, Müslümanlığımız, inancımızdan şüphelerimiz, Ermeniliğimiz, Kürtlüğümüz, köylülüğümüz, maddi-manevi sıkıntılarımız, çoluk-çocuğumuz... Bu hâl, tek bir kimliğe sıkıştırılamaz..
Ancak öte yandan bu karmaşıklığın ortasında da yaşadığımız sosyalizasyon süreçlerinin, tornaların etkisiyle, içinde yaşadığımız toplum her farklı kesime bir tortu bırakır. Farklı olmaya çabalarken, varolana isyan ederken bile, neredeyse bütün inançlarımızın, ideolojilerimizin arkasında, içinde bir yerlerde bir “öz” inşası sırıtıyor. Mustafa Bey bu yüzden, “terör”le ilgili bir meseleye kolayca inanıyor. Çünkü mesele sadece başkalarının Mustafa Bey hakkında “kötü”, “hain” vs. bir öz atfetmesi değil; Mustafa Bey de kendinde ve başkalarında bir “ırklaşan öz” olduğuna inanıyor.
Tabii ki, söylemeye bile gerek yok; ama “vatan- millet- terör- bayrak- Atatürk” gibi konular ne kadar da birilerinin çıkarını besleyen hazineler hâline gelmiş. Bir zamanlar da Bilecik’in Bozüyük ilçesinde bir silah dükkânını soyduktan sonra otomobillerine Türk bayrağı asan sabıkalı hırsızlar, bu koruma kalkanı sayesinde Eskişehir’e kadar kaçabilmişlerdi.
Geçenlerde bir öğrencim, kaldıkları yurdun varlığından mahalle sakinlerinin pek memnun olmadıklarını anlatıyordu. Anlaşılan yurtta kalan başörtülü öğrenciler mahallenin “çağdaşlığına” halel getirmişti ve mahalle sakinleri memnuniyetsizliklerini hâl ve tavırlarıyla alenen gösteriyorlarmış. Fakat daha da şu: öğrencim bir sabah kalktığında bir bakıyor ki, karşı apartmandaki bir dairenin penceresine Atatürk posteri asılmış...
Bir tür büyü yani... Çünkü “iyi çağdaş” insanların karşısına “kötü yaratıklar” gelmiş... Onları bir tür büyüyle uzaklaştırma çabası yani...
Bayrak ve Atatürk vs. hem silah hem de savunma kalkanı. Ancak işin acıklı yanı şu: “modernlik”, “Müslümanlık”, “Türklük”, “Kürtlük” ya da başka bir sıfat giderek takınılması gereken bir kabuğa yani yalana; aynı zamanda da aradaki tüm katmanları yok eden, artık rengi bile olmayan bir “ırkçılığa” dönüşüyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.