İsrail, Türkiye’nin ‘dediğine geliyor’. Öncelikle ‘dediğine gelmek’ tabirinin Türkçe mealini izah etmekte fayda var: ‘Birisinin daha önce reddettiği bir şeyi kabul etmesi’... Elbette birisinin bir başkasının ‘dediğine gelmesi’, bunu öyle ‘güle oynaya’ ve ‘harfi harfine’ yaptığı manasına gelmez. Ama bu tabir, en genel manayla atılan ‘geri adımı’ ifade eder. İsrail’in 31 Mayıs’ta Gazze’ye Özgürlük Filosu’na uluslararası sularda düzenlediği kanlı baskında 9 Türk vatandaşını öldürmesinin ardından sergilediği tavırlar düşünülürse, ‘dediğine gelmek’ ziyadesiyle münasip. Hattızatında, uluslararası camianın ‘yaramaz çocuğu’ İsrail’in, ‘Pardon, ben kötü çocuğum, çok kötü şeyler yaptım’ demesini de; sağlanan gelişmelerde Türkiye açısından hiçbir pürüz yahut zorluk olmamasını da beklemek zaten gerçekçi olmaz. O halde önce 31 Mayıs’tan beri neler oldu, ona bakalım...
31 Mayıs’tan beri olup bitenler...
Türkiye’nin verdiği ültimatomdaki mühlet içinde, ‘terörist’ etiketi yapıştırmaya çalıştıkları dahil elindeki bütün Türk vatandaşlarını serbest bırakmak zorunda kaldı. Bunu yasadışı biçimde el konulan Türk gemilerinin bırakılması izledi ki, geçen hafta gemiler İskenderun’a yanaştı.
Elbette hepsinden önemlisi, Türkiye’nin ‘özür ve tazminat’ talebi... İsrail bu talebi reddetmekle kalmadı, olayı sanki ‘Türkiye-İsrail ikili ilişkileriyle’ alakalıymış gibi sunmaya çabaladı. Oysa 30’dan fazla ülkenin vatandaşının katıldığı, pek çoğunun zarar gördüğü bir sivil eylem mevzu bahis. İsrail’in Gazze’ye uluslararası hukuktan azade olarak insanlıkdışı bir abluka uyguladığı da herkesin malumu. Bunu en son Türkiye ziyaretinde Britanya Başbakanı David Cameron dile getirdi. Hal böyleyken, İsrail’in uluslararası sulardaki korsanlığının yol açtıkları elbette bir ‘uluslararası soruşturma’ ile değerlendirilmek durumunda. En büyük zararı Türkiye gördüğünden, Ankara’nın bastırmasından daha doğalı da yok.
İsrail tarihinde bir ilk
Malum, İsrail ‘Ben kendi soruşturmamı kendim yaparım’ demiş ve bir iki yabancı uyruklu gözlemci sosuyla ‘uluslararası karakterde’ diye sunduğu bir ‘ulusal soruşturma’ başlatmıştı. Tabii üyelerinin geçkin yaşlarıyla İsrail medyasında dahi alay konusu edilen bu komisyon, askerlerin ifadelerine bile başvurmama gibi sınırlamalarla karşılaşınca, işi istifa tehdidine vardırmıştı. Nereden bakarsanız bakın, rezalet! İşte böyle bir ortamda BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun geçen hafta bir ‘uluslararası soruşturma heyeti’ kurdu. İsrail de daha önce reddettiği bu uluslararası oluşumu kabul etti. Böylece İsrail tarihinde saldırganlık içeren eylemlerinden ötürü bu türde bir uluslararası soruşturmayı ilk kez kabul etmiş oldu.
Soruşturmaya ‘adlandırma çalımı’
İngilizce adlandırmada ‘investigation comission’ (soruşturma komisyonu) yerine ‘panel of inquiry’ (soruşturma heyeti) kullanılarak bir ‘kelime çalımıyla’ İsrail açısından durumun hafifletilmeye çalışıldığı aşikâr. Bu heyetin sorumluluklarına bakıldığında da pürüzler göze çarpıyor. BM yetkililerine göre bu soruşturma heyeti ‘bir suç soruşturması’ yürütmemekle birlikte baskının koşullarını inceleyecek, tarafların ulusal soruşturmalarını gözden geçirecek, tatmin olmazsa pek çok bilginin netleştirilmesini talep edecek ve belki en mühimi birtakım sonuçlara varacak. Malum, BM İnsan Hakları Konseyi de İsrail’in ‘uluslararası hukuku ihlal edip etmediğini’ açıklığa kavuşturacak bir soruşturma başlatmıştı.
Kuvvetle muhtemel ki, İsrail’in bu ‘uluslararası heyeti’ kabulünde bölgedeki iki önemli müttefikinin bilek güreşinden hazzetmeyen ABD’nin telkinleri etkili oldu. Soruşturmaya dair diğer pürüz de buradan kaynaklanıyor. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice, oluşturulan yapının ‘iki ülkenin ulusal komisyonlarının üzerinde olmayacağı’ yorumuyla dar bir çerçeve çizdi. Yani ABD İsrail’i ‘kayırmaya devam ediyor’. Ayrıca İsrail’in de komisyonu eğip bükmeye, İHH üzerinden ‘terörizm’ retoriği kurgulamaya çalışacağını da hesaba katmak lazım. Yani Türkiye, İsrail’i karşı işi hiç kolay olmayacak.
İsrail bedel ödemeden kurtulabilir mi?
Bu bağlamda geçen hafta ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ndeki siyasi müsteşar Doug Silliman’ın Dışişleri’ne çağrılıp duyulan derin rahatsızlığın iletilmesi manidar. Bir Türk diplomatın afp’de yer alan şu ikazı da öyle: “Bu komisyon olayı soruşturmakla görevlendirildi. Görevi İsrail’i aklamak yahut İsrail-Türkiye ilişkilerini geliştirmek değil.” Yani ‘İsrail hiçbir bedel ödemeden bu olaydan sıyrılamaz. Türkiye-İsrail ilişkilerinin böyle düzelmesi sağlanamaz’. Kim bilir, belki Amerikalılara, İsrail’in birkaç askeri kaçırıldı diye 2006’da Lübnan’ı enkaza çevirdiğini bir kez daha anımsatmak gerekir...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.