‘Emek ve Adalet Platformu’ adı altında birleşen bir grup, ramazan boyunca, israfı, gösterişi kınamak üzere, lüks otel iftarlarına karşı, o otellerden bazılarının civarında iftar toplantıları yaptılar. Bu girişimin ilk başarısı, iktidar partisinden lüks iftarlara karşı uyarının ifade edilmesi oldu. Bu kadarı çok büyük, çok önemli bir başarı sayılmayabilir, konu derindir ama, yine de ‘fena mı oldu, bu konuda bir duyarlık gündeme geldi’ demek gerekmez mi?
Tabii destekleyeni de oldu, ama bu kadar halis bir girişim bile birçoklarının, her türden karalamalarına hedef olmaktan kurtulamadı. Bu gençlere, ‘Müslüman Kemalist’ hatta ‘ulusalcı’ diyen mi ararsınız, psikolojik hastalık teşhisi koyan mı, sosyalizm ‘günah’ına bulaşma uyarısı yapan mı, ‘Müslümanları fakir bırakmak istiyorlar’ diyen mi, denmedik şey kalmadı. Kapitalizmle barışık bunca Müslüman varken, sosyalizme gönderme yapan bir girişimin bunca hücuma uğraması anlaşılır gibi değil. Veya bir başka açıdan bakarsak çok anlaşılır bir şey.
Kırmızı görmüş boğa tesiri
Ruhunu kapitalizme teslim edenlerin en korktuğu şey, adaletten, eşitlikten, paylaşımdan, mazlumdan söz edenler, bu değerleri hatırlatanlardır. Kapitalizmin en korktuğu şey, bırakın sosyalizmi, insanı insan yapan değerlerin insanlığın gündemine gelmesidir. Özellikle de ‘eşitlik’ kavramı, kırmızı görmüş boğa tesiri yapar. Çünkü, ‘adalet’ kavramı etrafından dolaşmak, eşitsizliği haklılaştırmak istikametinde ilerleyebilir, ilerlemiştir. Çağdaş liberalizm söylemi eşitliğe karşı adaleti öne çıkarır. Egemenlerin İslam’ı ve egemen Müslümanlar, ısrarla aynı şeyi yapar. Ardından, bir yandan, ‘paylaşma’yı ‘sadaka’ya indirgemenin, diğer yandan, açgözlülüğün, zenginleşmenin, meşrulaştırmanın bir hesabı gelir. Akıllar bu yönde çalışır, diller bu yöne döner.
‘Eşitlik’ kavramı, kuşkusuz sorunlu bir kavramdır ama diğer tüm kavramlar gibi ve sadece diğerleri kadar. Liberalizm ve sosyalizm kuramları, eşitlik, adalet, özgürlük gibi temel kavramların tanımları, imkânları üzerine ilerleyen tartışmalardan ibarettir. İslam referanslı siyasal-kuramsal söylemler ‘eşitlik’ kavramını, baştan es geçmeye eğilimlidir. Bu eğilimin kalkış noktası da sanıldığı gibi teolojik-kuramsal ve derinlikli değil, ‘komünizmle mücadele’ geçmişinin, İslam dünyasının Soğuk Savaş deneyiminin sığ mirasıdır.
Herkesin eşitlendiği an...
Düşüncelerini, tavrını önemsediğim ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, Emek ve Adalet Platformu’na verdiği destek çerçevesinde bir dizi söyleşi yaptı. Bunlardan birinde, ‘iftar’ın, ‘matematiksel eşitliğe’ gönderme yapan anlamından söz etti. ‘Zengin, fakir, okumuş, cahil herkesin eşitlendiği an’a dikkat çekti. Biliyorsunuz, ‘mutlak eşitlik’ vurgusu insanlığın en korktuğu ve hep kaçtığı şeydir. Oysa, çetrefilli bir mesele olmasına, eşitlik yerine adaleti koyarak bu sorundan kaçma çabasına karşın, hayat bizi sıklıkla bu insan gerçeği ile yüzleştirir. Eşitlik ve hatta matematiksel, ‘mutlak eşitlik’ gerçeği, hayatımız boyunca, en sert eşiklerde kendini hatırlatır, bizi uyarır. Nihayetinde hayatın en temel meselesi, Camus’nün hatırlattığı gibi, ‘ölüm’dür ve ölüm en büyük mutlak eşitlik uyarısı, hatırlatıcısıdır. İnsan gerçeğinden kaçışın en uç noktası ölümsüzlüğe yeltenmektir ve en büyük ‘şirk’tir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.