IŞİD gibi bir barbar örgütün ortaya çıkmasında, palazlandırılıp dünyanın başına bela hale getirilmesinde sorumluluğu olmayan birileri varsa o da Kürtlerdir. Ama IŞİD’ten en çok zarar gören de Kürtler oldu. Kürtler bir kez daha üzerinde yaşadıkları coğrafyanın stratejik konumunun, düşman güçlerle kuşatılmışlığın ve bölgeye dönük hesapların kurbanı oldu.
Neyse ki IŞİD’e dayalı hesaplar tersine dönmeye başladı. IŞİD ile Güney Kürdistan’ı terbiye edip Kürt halkının bunca yıllık kazanımlarına göz dikenler, yol açtıkları IŞİD canavarının dehşetengiz barbarlığı ve dizginlenemeyen ilerleyişi karşısında dönüp tekrar Kürtlere sarıldılar.
İki ABD’li ve bir İngiliz vatandaşının vahşi bir biçimde kafalarının kesilmesi ve bunun basına servis edilmesi dünya kamuoyunda büyük bir infiale yol açtı. Bunun üzerine, IŞİD belasının defedilmesi için kapsamlı bir uluslararası koalisyonun oluşması için yoğun bir trafik başladı. Oluşacak IŞİD karşıtı ittifakta hangi ülkenin nasıl bir misyon üstleneceğine ilişkin çok yönlü tartışma ve görüşmeler sürdürülmekte. Ancak görünen o ki, ABD ve kimi batılı ülkelerin bu konuda üstlendikleri önemli misyonlara karşın, IŞİD’e karşı yürütülecek savaşta işin esas ağırlığı Kürtlere düşecek.
Bunun için batılı ülke yetkilileri Kürdistan Bölgesi’ni peşi sıra ziyaret ediyor, Kürdistan’a yapacakları yardım konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. Çünkü bir kez daha anlaşıldı ki, demokrasi açısından çoraklaştırılmış Ortadoğu’da tutulacak tek halka, sığınılacak tek liman Kürtler ve Federe Kürdistan Bölgesi. Bu durumda, IŞİD’e karşı verilecek küresel mücadelede üzerine düşen misyonu yerine getirmesi için Kürdistan Bölgesi’ne ciddi bir silah yardımının yapılması kaçınılmaz. Ayrıca IŞİD saldırısında açığa çıkan askeri zafiyet, Kürdistan Bölgesi’ni, Peşmerge gücünü yeniden reorganize etmek, düzenli, modern ve caydırıcı bir ordu yaratmak yönünde harekete geçirmiş durumda. NATO’ya bağlı İncirlik üssünün Hewlêr’e taşınmasına ilişkin tartışmaları da bu çerçevede değerlendirmeli. Bu durum, Federe Kürdistan’ın gelecekte olası bir bağımsızlık ilanı için de önemli bir zeminin oluşumu anlamına geliyor aynı zamanda.
Şimdiye kadar İran ve ABD gibi karşıt devletlerin de içinde bulunduğu kimi güçler, Kürtlerin bağımsızlık talebini dillendirmesinden sürekli rahatsızlıklarını dile getirdiler ve merkezi Irak ile nikâh tazelemeleri için Kürtlere baskı yaptılar. IŞİD üzerinden son üç ayda hem Bağdat hem de Hewlêr üzerinde oluşturdukları baskı ile tarafları yakınlaştırarak bu amaçlarına kısmen ulaştılar. Irak’ta yaşanan sorunların müsebbibi Maliki istifaya zorlandı ve yeni hükümeti kurma görevi Şii liderlerden Haydar el Abadi’ye verildi. Ancak Abadi’nin Maliki’den farklı olarak ülkenin temel sorunlarını çözebileceğini gösteren hiçbir işaret yok. Kürtler, yeni hükümete katılmak için Maliki tarafından askıya alına 140. Maddenin uygulanması, Bağdat tarafından el konulan Kürdistan’a ait bütçe payının serbest bırakılması ve petrol satışına ilişkin rezervin kaldırılması gibi kimi talepleri muhataplarına ilettiler. Ve bunun için yeni kurulan hükümete üç ay süre tanıdılar.
Bu (Eylül) ayın başında HAK-PAR heyeti olarak Kürdistan Bölgesi’ne gerçekleştirdiğimiz ziyarette edindiğimiz izlenimlere göre Kürtler yeni Abadi hükümetine çok az güveniyorlar. Hatta bir adım daha ileri giderek Araplarla birlikte yaşamaya ilişkin umutlarının her geçen gün daha da tükendiğini her fırsatta dile getiriyorlar. Anladığımız kadarıyla Kürtler, son Abadi hükümetine oyunbozan taraf olmamak ve ilgili taraflara bir şans tanımak için katıldılar. Öte yandan, ABD’nin de yeni kurulan hükümeti merkezi Irak için bir son şans olarak gördüğü ve yeni hükümetin işlememesi halinde herkesin yoluna artık ayrı devam etmesi gerektiği noktasına geldiği ifade ediliyor.
Bütün bu verilere bakarak, Kürtlerin IŞİD saldırısından öncesine göre şimdi bağımsızlığa daha yakın durduklarını söylemek mümkün. Ve bu süreç bu kez daha güvenli bir zeminde ve daha güçlü bir meşruiyet ikliminde işleyecek gibi görünüyor.
PKK’nin Şengal sınavı
İster Irak içinde konfederal bir statüde varlıklarını sürdürsünler, ister ayrı bir devlet olarak yollarına devam etsinler, özgür ve güvenli bir gelecek bakımından Kürtlerin en çok ihtiyaç duyacakları şey ulusal bir duruşa ve stratejiye sahip olmalarıdır. Son kurulan geniş tabanlı hükümet bu açıdan Kürdistan Bölgesi bakımından önemli bir şanstır. Ne var ki Şengal katliamı gibi ulusal bir tehdit karşısında iyi bir sınav verdikleri söylenemez.
Ulusal tutum ve strateji sorunu sadece Federe Kürdistan Bölgesi siyasal güçleri için değil, aynı zamanda dört parçadaki Kürdistan siyasi aktörleri için de geçerli. IŞİD’in Şengal saldırısı ve Kürtler için yol açtığı ulusal tehdit, Kürtlerin bu konudaki artılarını ve eksilerini ortaya çıkartmak bakımından bir turnosal işlevi gördü.
Dünyadaki bütün Kürtler Şengal’de katliama uğrayan Êzidiler için haklı bir refleks gösterip ayağa kalktılar. PKK, HDKİ, Komala, PAK ve PYD, IŞİD’e karşı peşmerge ile birlikte savaşmaya hazır olduklarını bildirdiler. Kürdistan Bölgesi’nin talebi doğrultusunda bu konuda belli adımlar da atıldı. Kürdistan’ın dört bir parçasından ve Avrupa’dan yüzlerce insan ülkesini savunmak için gönüllü olarak cepheye koştu. Yine PYD’nin, katliama uğrayan Êzidilerin Şengal’den tahliyesine katkısı oldu. Bunlar elbette olumludur ve böylesi ulusal bir tehdit karşısında olması gereken budur.
Ancak madalyonun başka bir boyutu daha var. Özellikle PKK’nin ve yandaşlarının bu süreçte KDP’ye karşı sürdürdüğü karalama kampanyasının açıklanacak hiçbir tarafı yok.
Daha önce çokça ifade edildiği gibi, ister tarafların gücünün eşitsizliğinden ister KDP ve peşmergenin zafiyetinden kaynaklansın (gerçekte her iki unsurun da payı oldu), IŞİD hem Kürt halkına hem de peşmergeye darbe vurdu. Peki, böyle bir durumda bir Kürt partisinin alması gereken tutum nedir? Bu durumda yapılması gereken Kürt kardeşlerinin yardımına koşmak mı, yoksa Kürt düşmanlarının yaptığı gibi peşmergenin darbe yemesi karşısında zil çalıp oynamak mı? Maalesef PKK kesimi bu konuda ikinci talihsiz yolu seçti. Türk basını el birliği içinde ‘Peşmerge kaçıyor, Erbil düştü’ türünden düşmanca bir kampanya ile IŞİD’in Kürt halkına karşı sürdürdüğü katliama psikolojik tedarik sağlarken, PKK, Kürt tarafı ve KDP’nin yediği darbeden siyasal rant devşirmeye çalıştı.
PKK, KDP ile belli konularda farklı düşünebilir, onunla rekabet içinde olabilir, eleştirebilir ve aralarında bundan kaynaklı belli bir haset de olabilir. Ama KDP son tahlilde bir Kürdistan Partisi. Bu partinin Kürt özgürlük mücadelesindeki rolü tartışılmaz. Mevcut Federe Kürdistan Bölgesi’nin hem önemli bir askeri ve siyasi sütunu hem de en büyük hükümet ortağı. Federe Kürdistan ise Kürtlerin bin yıllık mücadelelerinin ürünü. Bu aynı zamanda PKK için de bir kazanım. Orada rahatça dolaşabiliyor, imkânlarından faydalanıyor, yaralarını orada tedavi ediyorlar.
Peki ya IŞİD gibi vahşi bir örgüt Kürtleri katleder, Kürdistan’ı yakıp yıkarken; PKK liderlerinin KDP’ye silah vermemeleri için uluslararası güçlere yaptığı çağrıları nasıl açıklamalı? ‘KDP’ye silah vermeyin’ demek, ‘IŞİD hem Kürtleri hem de peşmergeyi yok etsin’ anlamına gelmez mi? Bırakın IŞİD’e karşı mücadele eden bir Kürdistan Partisi’ne, IŞİD’e karşı mücadele yürütecek kim olursa olsun ona destek sunmak gerekmez mi?
Eğri oturup doğru konuşalım. Bu gün KDP’siz bir Federe Kürdistan düşünülemez. Bunu söylemek KDP’yi eleştiriden muaf tutmak anlamına gelmez. KDP’ye ve peşmergeye zarar vermek bu gün için Kürdistan’ın kazanımlarını riske sokmak anlamına gelir ki bu da Kürt halkının düşmanlarının isteyebileceği bir şeydir. Bunu istemek bir Kürt partisinin talebi olmamalıdır.
Ulusal Kongre talebini dilinden düşürmeyen ve bunun için her keresinde KDP’ye ve onun lideri Barzani’ye başvuran PKK, Şengal olayında takındığı KDP karşıtlığına mutlaka bir açıklama getirmeli.
Kürtlerin ulusal birliği için böylesi dönemler tarihi bir sınav niteliğindedir çünkü.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.