Önce Irak, sonra Suriye’nin Baas temellerinden gelen rejimlerinin çökmesi, Ortadoğu’da bir şeylerin artık eskisi gibi devam etmeyeceğini haber veren sinyaller oldu. Bunun “daha iyi” ya da “daha kötü” olması başka konu. Ama selâmete giden kısa bir yol olmadığı ortada.
Bu kargaşanın ortasında bir de IŞİD peyda oldu. IŞİD bu bölgenin hem yerlisi, hem yabancısı, biraz tuhaf bir örgüt. Sünni Müslüman olarak elbette buranın yerli parçası; ama dünyanın birçok yerinden gelip toplanmış her türlü fanatikten oluştuğu için de tam olarak buralı değil. Ayrıca, başlıca özelliği olarak sunduğu vahşeti de (burada vahşet görülmemiş bir şey olmamakla birlikte) doğrudan doğruya buranın “imalatı” değil. Zaten onun için, “Bize bu lâzım” diye önümüze sürdükleri yöntem ve “çare” bu.
Böyle bir olgu karşısında, özellikle Batı’da, doğal olarak iki strateji önerisi biçimleniyor. Bunlardan biri, “Derhal yüklenelim, yerleşmelerine fırsat bırakmadan temizleyelim” diye özetlenebilecek bir yaklaşım. Bu, “ilk akla gelecek” davranış biçimi. Öbürü daha “sofistike” sayılabilir: “Bunları şimdi buradan sürersek dünyaya yayılır ve gittikleri yerde eylem yaparlar. Hele orada yerleşsinler, orada tepelerine ineriz.”
Bu işlerin ortasında Türkiye’nin aklı başında bir politika yürüttüğünü söylemeye imkân yok. Sünnilik gibi, Osmanlı rüyası gibi ideolojik engeller, en başta, ne olduğunu doğru görmeye imkân bırakmadı.
Hükümetin ne yaptığı değil, şu anda üstünde durmak istediğim konu. Kürtler üstüne üç beş şey söylemek istiyorum. Kürtler, Ortadoğu’nun bütün miras paylaşımlarının dışında bırakılmış halkı, Irak’ın parçalanmasından sonra, farklı bir “gelecek perspektifi” görmeye başladılar. IŞİD’in bu şekilde sahnede zuhur etmesi, Kürtler’e bölgede yeni bir rol biçecek gibi görünüyor. IŞİD’le Kürtler arasında bir uzlaşma, birlikte davranma mümkün değil. IŞİD’in Kürtler’e saldırması kaçınılmaz bir şey. Nitekim saldırıyor. Bu da, öznel niyetlerden bağımsız olarak, Kürtler’i IŞİD’e karşı güçlerin, tabii öncelikle Batı’nın doğal müttefiki haline getiriyor. Bu çatışma şöyle ya da böyle durulacak, bir çözüme bağlanacak. Ama bunun sonucunda Kürtler’in Ortadoğu çerçevesinde rollerinde, ağırlıklarında bir artış olacağı kanısındayım. Bu bana ayrıca olumlu gözüküyor.
Türkiye için Kürtler’le ilgili uzun vadeli politikanın da bu gelişmeyi desteklemek olduğunu düşünüyorum.
Irak’ın dağılmasından sonra Irak Kürdistanı’ndaki durum böyle düşünmeme yardımcı oluyor. Burada Kürtler’in bir özerk bölgeye kavuşmalarıyla birlikte, ilişkiler doğal kanallarında akmaya bırakılınca, Türkiye ile yoğun bir işbirliği süreci işlemeye başladı. Bu işbirliği iki taraf için de anlamlı bir hacme, rakamlara ulaştı. Irak Kürdistanı’nda şu anda görülen bu ortaklık, işbirliği, güçlenen Kürdistan’la da devam edebilir --doğal gidişine bırakıldığında devam edecektir.
Ama “Kürtler ayrılırsa”, “PKK bizim düşmanımız” ve benzeri, şimdiye kadar alana egemen olmuş kaygılarla hareket edilir, sözgelişi, “PKK’yı IŞİD’le terbiye etmek” gibi, tavşana kaç, tazıya tut politikası gibi kurnazlıklara yer verilirse, ne tavşan kaçabilir, ne tazı tutabilir, eskisinden beter kargaşalara kör dövüşlerine sürükleniriz.
Şu anda Suriye sınırında süregelen çatışma, birkaç gün içinde bir sonuca ulaşacak, o sonuç da başka sonuçları getirecek gibi görünüyor.
Bu Tezkere tartışmalarında Kürtler bazı kaygılarını dile getiriyor. Bush’un Irak müdahalesi öncesinde de benzer kaygılar, daha doğrusu hevesler vardı. Bush, Saddam’ın peşine düşmüştü ama burada, “Girelim; girelim de orada PKK’yı temizleyelim” anlayışı hüküm sürüyordu. Üstelik bunlar, Türkiye’nin geleceğini teminat altına alma iddiasında planlardı.
Bunlar yanlıştır; sonuçları ancak olumsuz olabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.