Kısacık bir zaman diliminde neler, neler oldu…
IŞİD’in elindeki Türkiyeli rehineler ‘kurtarıldı’ veya ‘teslim’ alındı. Cumhurbaşkanı BM dönüşü ‘pozisyonunu değiştirdiğini ve IŞİD’le mücadele edeceğini’ açıkladı. Meclis, IŞİD’le mücadele gerekçeli ama, kapsamı çok ama çok geniş bir savaş tezkeresini kabul etti. Arada, IŞİD Kobani’ye ağır bir saldırı başlattı. Kürt siyasi hareketi, Türkiye’yi IŞİD’i desteklemekle, Kürtlerin üzerine salmakla itham etti. ‘Kobani’nin düşmesi barış sürecini bitirir’ dendi, sonunda Öcalan da, son heyet vasıtasıyla bu yönde mesaj yayınladı.
Çık işin içinden çıkabilirsen.
İşin içinden çıkmak zor tabii, ama çıkış yolu bulmak için, önce ortalarda dolaşan birçok iddiayı sorgulamaya çalışalım.
Önce, ‘Türkiye’nin IŞİD ile ilişkisi’nin ne olduğu veya ne olabileceği sorusuna yanıt bulmaya çalışalım. Öncelikle, bir noktaya açıklık getirelim: Şimdi IŞİD saflarında çatışan radikal İslamcı veya ‘cihatçı’ların, zamanında Esad’ı devirmek için bölgeye Türkiye üzerinden transfer edilip edilmediği veya halen Türkiye’den destek alıp almadığı iddialarının gerçek olup olmadığını şimdilik bilemiyoruz. Tek bildiğimiz resmi ağızların bu iddiaları külliyen reddettiği.
Yaz başında mesele IŞİD değil, ‘Sünni İslam devleti’ydi
Ama şunu biliyoruz: Yaz başında, IŞİD Musul’u ele geçirdiğinde, iktidara yakın çevreler ısrarla meselenin IŞİD değil, ‘Sünni İslam devleti’ arayışı olduğunu ileri sürdü. IŞİD’in Nuri el Maliki hükümetinin mezhepçi siyasetlerinin ve genelde Irak’ta Sünnilerin siyaset sahasından dışlanmış olmasına tepki olduğunun altını çizdiler.
O kadarla da kalmadı; IŞİD’in Sünnilerin ‘direniş’inin sadece bir yüzü olduğunu, işin içinde Sünni aşiretler, Saddam döneminden kalan kadrolar ve Sünni toplumun desteğinin bulunduğunu savundular. ‘İçimize sinmese de bölge Şii ve Sünni olarak iki cepheye ayrıldı’ tespitini yapıp IŞİD’in bu alanı açan, ama geçici bir güç olduğunu söylediler.
Türkiye ile IŞİD’in yollarının kesiştiği nokta
Bu yorumlar, sıradan ve bireysel görüşleri yansıtmanın ötesinde, Türkiye’nin bölgesel dengelere yaklaşımını yansıtıyordu. Bu yaklaşım özetle şuydu: Türkiye veya mevcut iktidar, bölgesel hevesleri suya düşüp en son da Suriye’de rejim değişikliği hayali yıkılınca, Irak ve Suriye’nin bir kısmını içine alan ‘Sünnistan’ üzerinden bölgesel dengelerde söz sahibi olma çabasına girdi.
Bu yaklaşıma göre, Sünni alanı açan IŞİD geçici, ama Sünni ‘direniş’, ‘devlet’ kalıcıydı. O halde, Türkiye’nin at oynatabileceği yeni alan belirlenmiş oluyordu.
Dahası, bu Sünni alan içindeki siyasi aktörlerden birine, Irak’ın Müslüman Kardeşler’inin liderlerinden Tarık Haşimi’ye hamilik yapan da Türkiye’ydi. O Haşimi ki IŞİD’in Musul’u ele geçirmesini ‘ezilenlerin devrimi’ diye nitelemişti. Haşimi halen Türkiye’de ikamet ediyor. Ama nedense, IŞİD’le ilgili o demecinden sonra sesi sedası çıkmıyor.
İşte, Türkiye ile IŞİD’in yollarının kesiştiği nokta burası. Daha doğrusu, iktidar çevresinin inkar edemeyeceği örtüşme alanı bu.
Batı’ylla çelişki: Sünni sahada hegemonya hayali
Türkiye başta ABD olmak üzere Batı baskısıyla gönülsüzce IŞİD’le mücadele cephesine dahil oldu ama bence halen bu yaklaşımı terk etmedi.
O nedenle, IŞİD ile karşı karşıya gelmekten hala çekiniyor, sıkışınca sadece IŞİD’i yaratan koşulları gündemin önüne çekmeye çalışıyor. IŞİD’in ‘Batı’nın bölgeye ve genelde Müslüman dünyaya müdahele için bahane’, ‘İslam’a kötü şöhret kazandırmakta araç’ olduğundan bahsediyor. Ama, daha birkaç ay önce ortaya atılan ‘kalıcı Sünni mevzi’, ‘Sünni Arap Devleti’ tespitlerinin, Türkiye’nin dış siyasetinde ne anlam ifade ettiğinden bahseden yok.
Bu çerçevede, Türkiye’nin gönülsüzce katıldığı Batı-Arap koalisyonuyla temel çelişkisi, kalıcı olduğu düşünülen ‘Sünni saha’daki hegemonya hayali. Tezkerenin ‘geniş’ kapsamını belirleyen de hala bu hayal.
Gelelim Kürt siyasetine
Ama şimdi bu noktayı daha fazla uzatmadan, bu tabloda, işin Kürt siyasetiyle ilgili kısmına gelelim.
Mantık silsilesini kesintiye uğratamamak için, hızlı geçiş yapacağım: Türkiye bu hayalin bir ucunu Kürtlere bağlamış olabilir. Şöyle ki koalisyon ortaklarının Türkiye’nin bölgesel nüfuz arayışlarına geçit vermeye pek niyetli olmadığı ortada. Bu şartlarda, Türkiye’nin bölgeye müdahelesinin tek yolu, Kürtlerin bir biçimde ‘davet’i olabilir. Uç bir fikir gibi gelebilir, ama isterseniz üzerinde biraz düşünün…
Kobani’ye sıkışmış PYD’ye habire, ‘PKK’ye (daha doğrusu Türkiye’ye sert çıkanlara) mesafe koy, Türkiye’ye yanaş’ mesajı verilmiyor mu? ‘Rojava devrimi deyip kendinize çok güvendiniz ama, bakın ne haldesiniz, tek çare Türkiye ile iyi geçinmek, hatta ondan yardım almak’ mealinde onca laf havada boşuna mı uçuşuyor?
AKP Türkiye’sinin güveni sonsuz, hayali geniş
Ben ‘barış süreci’ pazarlıklarında bu tassavvurun işin içine girdiğini düşünmeye başladım.
‘Yahu, bir yandan PKK’yi terör listesinin başına alan bir tezkereyi Meclis’ten geçiren iktidar, hala Kürtlerin kendisi için bölgesel bir koz olduğunu nasıl düşünür, onların kendisini bölgeye taşımasını nasıl bekler?’ diyebilirsiniz. Haklısınız da, AKP Türkiye’sinin, malum, kendine güveni sonsuz, hayali geniş ve nihayet diğer aktörleri hafife almak gibi bir alışkanlığı var. Kesin bir tablo çizmek mümkün değil tabii, ama siz bu dediklerimi bir düşünün derim. (diken.com.tr)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.