ABD başta olmak üzere, birçok ülkedeki düşünce kuruluşu, IŞİD’in nasıl bir tehlike oluşturduğu konusuna odaklandı. Yüzlerce makale, rapor arasında en çok ön plana çıkanlar, IŞİD’in “nasıl devletleştiği” konusuna odaklananlardı --bana kalırsa.
ABD’nin hava harekâtlarının ciddi bir sonuç üretmeyeceği, daha Musul’un IŞİD tarafından ele geçirildiği ilk günden beri, askerî tecrübesi olanlarca dillendiriliyor. Stratejik noktalar, hava saldırılarının desteği ile daha kolay geri alınır; sonra yine kaybedilir... Bu kısırdöngü sürüp gider...
Ancak, son aylarda Musul’u ele geçirdikten sonra IŞİD’in oluşturduğu tarzda bir “yönetim biçimi”, zaten daha önce Suriye’de Rakka gibi merkezlerde, “test edilip onaylanmış” bir geçerliliğe sahip.
Devletleşmeden bahsediyoruz; IŞİD’in farkı, bu hedefe odaklanması.
IŞİD, hakkındaki tüm raporlarda vurgulandığı gibi, “dünyanın en zengin ve en iyi silahlanmış terör örgütü” ile karşı karşıyayız.
IŞİD, kontrol ettiği yerlerde, elektrik, su, kanalizasyon ve hatta posta gibi hizmetlerin sürmesi için ciddi boyutta insan ve finans kaynağı ayırıyor. Bir yandan da, Şeriat’ı tamamen kendilerine göre yorumladıkları ve çok sert, kanlı cezalar uyguladıkları mahkeme sistemleri kuruyorlar. Polis teşkilatı kurup, onlara da “Şeriat eğitimi” veriyorlar.
IŞİD, hastaneler, yargı organları ve belediye hizmetleri veren kurumlardaki yerel görevlilerin çalışmaya devam etmesini sağlıyor. Hatta, üst düzey yöneticiler de, görevlerini çoğu yerde koruyor.
Bazı yerlerde, yeni yollar yapılması ve hastaneler, ulaşım ağları (otobüs gibi), oğlan çocukları için özel okullar kurulması, hatta küçük işletmeleri desteklemek için hibe programlarının uygulanmaya konması gibi faaliyetleri var.
Suriye’de de, IŞİD militanları, açlık sınırında yaşayan bölgelere, düzenli ekmek dağıtımı yapıyor. “Acaba, Türkiye’den hangi yardım kuruluşları bilerek veya bilmeyerek bu ekmek ağına ve ötesine ortak oluyor” diye sormak bile istemiyorum.
IŞİD’in lideri, kendisini “İslami Devlet’in halifesi” olarak takdim eden Ebu Bekir, “bilim adamları, akademisyenler, imamlar, yargıçlar, doktorlar, mühendisler, askerî ve bürokratik tecrübesi olanlara” çağrıda bulunarak, “devletlerine” destek istedi.
Aylardır IŞİD’in kontrolünde bulunan Rakka’da da, halkın “Esad döneminden daha az vergi ödemekten memnun olduğu”, rüşvetin ortadan kalktığı yolunda New York Times mahreçli haberler var.
Siyaset bilimci Charles Tilly’nin, “War Making and State Making as Organized Crime” (Organize Suç olarak Savaş ve Devlet Yapma) makalesi başta, çeşitli çalışmalarında öne sürdüğü gibi, “Devletler, savaş yapar; savaşlar da devleti yapar”. Tilly, kaynakların yönetimi ve Avrupa’da devletlerin oluşumuna dair tezleri, bugünün Irak-Suriye eksenine yönelik de düşündürücü yönlere sahip.
Şimdilik IŞİD’e karşı bulunan “çözüm”, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin silahlandırılması. Son yıllarda, askerî donanımdan çok inşaat gibi alanlarda yatırımlara yönelen Barzani yönetiminin, diğer silahlı Kürt gruplarla da yakın çalışması lazım; bu en basit, en minimum güvenlik için ön şart --şu anki sınırların korunabilmesi için..
Öte yandan, barış sürecinin her türlü iniş çıkışı bir yana; kalıcı IŞİD tehlikesi sözkonusuyken, PKK silahsızlanır mı? Bu da, bana kalırsa, artık bu ortamda imkânsız; ancak, Türkiye güvenlik güçleri içine entegre olup, yüzde 100 bir güven ortamı oluşturulmasıyla “silahlanmanın türü” değişebilir PKK için. Bunu da, barış sürecinin hangi aktörleri ister; ister mi?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.