Bağdat’ta Sünni nüfus yoğunluklu semtlerinden Azamiye’de bulunan Büyükelçiliğimize 14 Ekim 2003’te yapılan intihar saldırısının ardından mahalleli komşularımızın “ruhumuz, canımız Saddam’a feda olsun” naraları eşliğinde, nasıl göbek atarak kutlama yaptıklarını daha önce burada anlatmıştım. O dönemde, ABD ile ilişkilerimiz tezkerenin reddi ve oradaki Özel Kuvvetler İrtibat Timi’mizin 4 Temmuz Süleymaniye’de derdest edilmesi vakalarının ardından buzul çağındaydı. Bağdat ise iç savaşa doğru kayarken, belki yalnızca biz değil başka gözlemciler de bu gelişmeleri artan terör eylemleri olarak okuyorduk.
Büyükelçiliğimizin ikamet tarafının karşısında İngiliz Askeri Mezarlığı vardı. Cadde önce Mustansariya Üniversitesi’ne oradan Şii gettosu denilebilecek Sadr Kenti mahallesine uzanıyordu. İntihar saldırısının da geldiği bu taraf güvenlik açısından tehlike arz etmeye devam ediyordu. Misyonu korumakla görevli Polis Harekat Timi’mimizle birlikte 24/7 daimi açık telsiz haberleşmesine ve kendimizce tahkim ettiğimiz ikametgah çatısından ani yanıt verme kabiliyetine dayalı bir güvenlik planı uyguluyorduk. 2004’te artık iç savaşın alevlendiği dönemde ABD kuvvetleri de yere bağlı zeplinlerden elektronik gözetleme ve her mahallede sürekli görünür devriyelere dayalı bir tutum almıştı.
2004 başlarında bir gün sözünü ettiğim caddeden geçen ABD devriyesine yönelik bir saldırı oldu. O zamanlar henüz zırhlandırılmamış olan Hummer arazi araçlarından biri imha edildi. Patlamaya cevaben Özel Harekat Timi’miz de çatıda vaziyet aldı. Olayın ardından neredeyse hiç temasımız olmayan ABD Büyükelçiliği’nin Bölgesel Güvenlik Sorumlusu bizimle temas etti, Büyükelçiliğimizi temsilen görüşmeye ben gittim. Siyasi içeriği haiz bulunmadığından ve muhatabım da diplomat olmadığından söz konusu yetkiliyle görüşmemiz gayet sıcakkanlı bir ortamda cereyan etti. Yetkili bana masasında duran su bardağının üzerine kağıt bir peçete koyarak Özel Tasarlanmış El Yapımı Patlayıcı’ların işleyişini anlattı.
Bu basit teknolojinin İran kaynaklı olduğunu, tuzaklanmış bir kaç cihazın “papatya zinciri” gibi birbirine bağlanabildiğini, garaj kapısı açmak için kullanılan basit uzaktan kumanda gereçleriyle uzaktan veya doğrudan kabloyla patlatılabildiğini aktardı. Büyükelçilik önündeki olayda da yakındaki bir su kuyusuna konuşlu keskin nişancının saldırganı etkisiz hale getirdiğini belirtti. Benzer olaylarda Büyükelçiliğimizden yanlışlıkla ABD kuvvetlerine ateş açılmaması için bir iletişim kanalı tesis edilmesi ve belirli bir işbirliği hatta acil yardım zemininde bir ortak çalışma anlayışına vardık. O dönemde ABD, şimdi İçişleri Bakanı olan diğerleri gibi İran eğitimli Şii Bedir Milisi komutanı Araji’yi her yerde arıyordu. Muktada Sadr’ın bir yardımcısı gözaltına alınmıştı. Beşar Esat’ın Suriye’si Irak’a yönelik bir “cihatçı otoyolu” kurmuştu.
Özetle, zamana, komşuluğa, Saddam döneminde Şii Araplarla kurulan ilişkilere, cephe savaşına değil gerillaya oynayan İran bu mücadeleden büyük ölçüde galip çıktı. İş önceki Başbakan Maliki’nin Obama başkanlığındaki ABD’yle SOFA’yı (Güç Konuşlandırma Çerçeve Anlaşması denilebilir) imzalamamasına dek vardı. ABD işgal döneminde büyük çoğunluğu İran’ın doğrudan veya dolaylı desteğiyle 4 binin üzerinde kayıp verdiği Irak’ı terk etti. Ardından Arap Baharı Suriye’ye iç savaş olarak geldi ve Irak’ta IŞİD ortaya çıktı. ABD’de Trump başkan seçilince, her ikisi de kısaca anlatmaya çalıştığım Irak’taki İran sillesini yemiş, eski Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Mattis’i Savunma Bakanı ve Telafer bölgesi komutanı MacMaster’i Ulusal Güvenlik Danışmanı atadı.
ABD bu kez birinci önceliği olan IŞİD’le mücadele için Irak ve Suriye’de İran ve İran destekli milislerle kendini aynı safta buldu. Ancak, Irak’ta Bağdat’ı tümüyle İran’a terk etmemek ve Suriye’de Esat’sız bir çözüme ulaşmak yaklaşımları İran’dan ayrıştı. Suriye keşmekeşine Rusya’nın da dahil olması denklemi karmaşıklaştırdı. Neticede ABD stratejisi belli belirsiz, alan denetiminden (“domain control”), alana İran’ı sokmamak önceliğine (“domain denial”) evrildi. Suriye’yle 911 kilometrelik sınırı ve Irak Kürdistan Bölgesi’yle (IKB) iyi ilişkileri olan NATO müttefiki bölgesel güç Türkiye ise bir yanda başta İncirlik Üssü gibi unsurlarla ABD’ye askeri ve istihbari destek sundu. Diğer yanda, Katar ve Suudi Arabistan sponsorluğunda Esat’ı devirmek adına El Kaide türevleriyle girift ilişkiler geliştirdi (ki bunda ABD’nin de ayak değiştirinceye dek dahli vardı), IŞİD’i ise uzun süre görmezden geldi. Ardından “Kürt kemeri” saplantısını gidermek adına Fırat Kalkanı harekatına girişti ve RF ile ABD tarafından eşgüdümlü biçimde durduruldu.
Katar-Suudi Arabistan kriziyle geldiğimiz aşamada İslam kardeşliğinin, ülkelerin çıkarları yanında ne denli büyük bir safsata olduğu yine ortaya çıktı. Davutoğlu’nun ümmetçi-İhvancı “makro” yaklaşımının, Nasır sonrası Arap aleminin geçirdiği milliyetçi “mikro” iç dönüşümleri ve bu ülkelerin kendi aralarındaki bölgesel rekabeti gözardı etmesinin vahameti de. Katar ve Suudi Arabistan’ın hem Suriye’de artık aynı takımda olmadıkları, hem Katar’ın İran siyasetinin SA ve Körfez ülkelerinden ayrıldığı görüldü –veya Ankara’dan görülemedi. Mısır’da Sisi’nin askeri darbeyle Müslüman Kardeşler’i iktidar dışına itmesi ve yasa dışı terör örgütü ilan edip ortadan kaldırmaya girişmesi de bu ayrılığı pekiştirdi. Ankara, gereksiz biçimde, her ikisi de ABD ile öncelikli ilişkilere sahip Katar ve SA arasında taraf tutmak zorunda kaldı. Gri alanlar yok olurken, siyah ile beyaz kareler arasında şaşaladı. Maharet de işi oraya getirmemekti.
Bir de bilinmeyen bilinmeyenler var. Onlar da, Trump’ın Katar’ın on bin ABD askeri barındıran CENTCOM bölge karargahına ev sahipliği ettiğinden habersiz mi olduğu? Yine Trump’ın, ahiren Kral Salman’la Riyad’da yaptığı görüşmede Kuveyt’i işgali öncesinde Saddam’la konuşan Büyükelçi Glaspie’yi andırır biçimde yanlış izlenimler mi verdiği? Brüksel’deki konuşmasında NATO’nun 5’inci Maddesi’ne atfın son anda çıkarıldığını bilmemeleri gibi, Mattis-MacMaster-Tillerson üçlüsünün Trump’ın bu defa Katar’ın yalıtılmasını cesaretlendiren tutumundan da habersiz mi oldukları? Bilinen ise bazı toplara ayak uzatmanın oyuncuda kalıcı sakatlık yaratabileceği. Mesela Katar-Suudi Arabistan-İran pozisyonu Türkiye için bunlardan biri. Yinelemem gerekirse, bu denli fazla oynar parçanın ve bu denli hızlı değişimlerin yaşandığı bir ortamda, hiç bir şey yapmamaya yakın derecede az şey yapmak, bazen diplomatik açıdan en çok şeyi yapmak demektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.