• BIST 9257.29
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 3 °C

Irak Kürdistanı’nda referandum

Aydın Selcen

Önce bazı galat-ı meşhurları düzeltelim müsaadenizle. Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) üç vilayetten oluşmaz (Dohuk, Erbil, Süleymaniye) ve 2003’te oluşmuyordu da. Zaten bu vilayetlerin idari sınırları da Saddam tarafından keyfi çizilmişti. Örnekse Dohuk’u sonradan Türkiye ile sınıra tampon bölge gibi yapmış, Hristiyan Asuri-Süryanilerden Kürtlere bir denge yaratmaya çalışmıştı.

Sözkonusu üç vilayetten tamamı IKB içinde kalan tek Dohuk vardı. Erbil ile Süleymaniye’nin uçları dışarıda kalmıştı. Musul’un, Kerkük’ün ve Diyala’nın uçları da içeride. Kürtlerin toprağı dağ silsilesi başlayınca başlar kabaca Irak’ta. Daha güzel ifade edeyim, Bağdat’tan kuzeye yola çıkınca çöl, çorak arazi nerede biter, nerede yeşillik, tepelik başlarsa Irak’ta orası Kürdistan’dır kabaca.

1992’de ilk Körfez Savaşı’nın ardından ülkemizin desteğiyle kurulan Uçuşa Yasak Bölge’nin yerdeki yansıması Yeşil Hat’tı. 2003’deki ABD askeri müdahalesinin ardından bu “sınır” biraz ilerledi. Derken IKB’nin 1500 civarında peşmergeyi kayıp vererek yürüttüğü IŞİD’le mücadele bağlamında “doğal” çizgisine ulaştı. Irak Anayasası’nın IKB’nin iç idari hudutlarını belirleyecek geçici 140. Maddesi de fiilen çöp sepetine gitti.

IKB’nin özerkliği, kendi meclisi vs de ta 1970’e dayanır. Bugünkü meclis binası bile o devirden kalmadır. 2005 Anayasası uyarınca Irak bir federasyon, ve Irak Kürdistanı da onun içinde bir bölge oldu. Anayasa vilayetlere de çok güçlü özerklik tanıdı. Tek başına bir vilayet de bölgeye dönüşebiliyor, vilayetler birleşerek de bölgeye dönüşebiliyor. Bu konuları IŞİD tümüyle bertaraf edildikten sonra Musul’un Bağdat’la ilişkileri yeniden düzenlenirken yeniden tartışacağımıza eminim.

Bugün ağzına geleni söylüyor ya, imkan olup Sayın Bahçeli’yi önce Musul’a sonra diyelim 50 km ilerideki Erbil’e götürebilsek ve bilahare Türkiye’ye dönüşte kameralardan, mikrofonlardan  uzak bir köşede “hangisinde kendini evinizde hissettiniz” diye sorsak, “Erbil” diyeceğine adım gibi eminim. Neden böyledir? Eğer Balkanlar’a seyahat edip Kosova’da Prizren’e gitseniz misal,  neden “yahu buralar bana bir tanıdık geldi” diyecekseniz ondan.

İşin sihri bu. Çiğ bir Arap karşıtı ırkçılıktan söz etmiyorum. Kürtle birlikte savaşmışız, ekmeğimizi bölüşmüşüz, Ermeni Soykırımı gibi en karanlık, kanlı sayfaları dahil tarihsel ortaklıkta bulunmuşuz. Birleşmiş Milletler’in atası Cemiyet-i Akvam’da 1926 Ankara Anlaşmasıyla sonuçlanan süreçte, Osmanlı’nın Musul Vilayeti’nin Türkiye’ye katılması gerektiğine dair savunmamızı “kamuoyu yoklamaları yapın, referandum yapın, bakın göreceksiniz, Iraklı Kürtler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmak istiyor” savına dayandırmışız.

“Geç bunları tarihte kalmış” derseniz, bugüne gelelim, bugün insanların size davranışı da o farkı hissettirir. Ben Erbil’de üç yıl üç ay hasbelkader Türkiye’nin ilk başkonsolosu olarak yaşadım. Ailemle birlikte yerlere kadar camları olan, bahçe içinde bir evde oturdum. Ne kapımı bir gece kilitledim, ne kapımda biri bekledi, ne camlarımda demir, ne bahçenin alçak duvarlarında tel örgü vardı. IKB sınırları içinde her yere gittim. Hiç bir yerde düşmanca davranışla karşılaşmadım, aksine hep ayrıcalıklı konuk gibi başköşeye buyur edildim.

Buraya kadar okuyanlardan biliyorum “ya Türkmenler?” diyerek bana küfür edenler olacaktır. Olsun, “küfür ruhun yelpazesidir”. Irak Kürtlerinin ayıplarına, hem şu (yine) galat-ı meşhur “soydaş ve akraba” topluluklar konusuna gelelim. İki toplum arasına kan 14 Temmuz 1959’daki Kerkük Türkmen Katliamı’nda girmiştir. Ayrıca Türkmenlerin mukim olduğu Erbil kaleiçini IKB hükümetinin boşalttığı ve ortasına gereksiz boyutta bir IKB bayrağı diktikleri gerçektir.

Buna karşılık, akılcılığa dayalı dış siyasette, hele 30 ila 40 milyon tahmin edilen dünya Kürt nüfusu toplamının yarısının kendi ülkesi yurttaşı olan Türkiye’nin, Orta Asya, Azerbeycan, Gagavuzlar, Balkanlar’da “evlad-ı fatihan” derken, iş Irak ve Suriye Kürtleri’ne gelince kekeme olduğu da gerçektir. Tarihimizde yalnızca Yavuz Sultan Selim’in değil İstanbul’u aldıktan sonra “Kayser-i Rum” ünvanını da kullanan Fatih Sultan Mehmet’in Anadolu’da Türkmen katliamları yaptıkları, Türkmen beyliklerine ve Akkkoyunlular (Otlukbeli 1473) gibi Türkmen devletlerine son verdikleri de.

Dolayısıyla herhalde ırk temelinde kurulduğu iddia edilemeyecek Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesel dış siyasetinin “soydaşlık ve akrabalık” temellerine oturtulması akılcılık değildir. Üstelik, bu kavramların tanımının yapılması dahi bilimsel ve siyasal açıdan güç hatta olanaksızdır. Nereden biliyorum? Çünkü 2001’de girdiğim Dışişleri Başkatiplik Sınavı’nda saatlerce bu soruyla cebelleşip, “ne yazarsam idarenin hoşuna gider” diye beyhude kafa yoran benim.

Tarihten, yine coğrafyaya dönelim. Vilayetlerden bahsettik, vilayet merkezi eşadlı kentlerden değil. Kerkük derken, bir uçtan diğerine 120km olan petrol sahası, Arap yoğun Havice yöresi dahil vilayet, vilayetin petrol sahası dahil Havice hariç IKB denetimindeki kısmı ve keza IKB denetimindeki Kerkük kentini birbiriyle karıştırmayalım. Mezopotamya’ya Anadolu’dan önce gelmiş olan Türkmenler Erbil’de olduğu gibi Kerkük’te de kaleiçinde (“citadel”) mukimlerdi. Kerkük’te de kaleiçini Saddam boşalttı.

Geçtiğimiz günlerde, Bağdat’ta çok zor koşullarda çok başarılı işler çıkaran Sayın Büyükelçi Fatih Yıldız’la sosyal medya üzerinden medeni bir diyalog geçti aramızda. Sayın Büyükelçi özellikle Kerkük’ün referandum kapsamına dahil edilmesi konusundaki soruma cevaben (anladığım kadarıyla askeri müdahale, sınırın ve/veya petrol boru hattının kapatılması dahil) tüm somut uyarıları Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun IKB Başkanı Mesut Barzani ile görüşmesinde evsahibine ilettiğini ima etti.

Bence, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık ilan etmesi, tanınma demek değil. İş tanınmada. Onun da ötesinde belki öncelikle ABD’nin tasarlanan bağımsız Irak Kürdistan Devleti’ni tanımasında. Ne Ankara, ne Tahran, ne Bağdat IKB’nin bağımsız devletliğini tanıyacağa benzemiyor. Buna karşılık, IKB’nin bağımsızlık ilanı Türkiye’ye tehdit teşkil etmiyor. Bunun altını zaten IKB Başkanı Barzani defaatle çizdi.

Askeri müdahale bir yana, petrol boru hattının ve/veya Habur’u kapatmanın dahi, eğer Başkanlık Seçimi gerçekten bir akıl tutulmasına yol açmazsa, uygulanabilir ve sürdürebilir önlemler olmadığını düşünüyorum. Umarım gelişmeler beni yanıltmaz ve tarihsel bir yanılgıya düşmemiş oluruz. IKB Planlama Bakanı Dr. Sindi’nin 16 Ağustos’taki Ankara ziyaretini bu bağlamda somut olumlu bir adım olarak görüyorum.

Bağımsız IKB ile başta enerji, ticaret, kültür ve bölgesel güvenlik konularında ikili ilişkilerimizi nasıl sağlamlaştırır ve derinleştiririz bir başka yazıda konuşuruz. Fakat İngilizce bilen okurları düşünceye sevk etmek için şu Reuters haberi şimdilik burada bulunsun: Rosneft, traders lend more to Kurdistan ahead of referendum.

*Türkmen bahsinde zihin açıcı ilave okuma kabilinden değerli hocalarımız Tanıl Bora’nın Birikim’de çıkan Malazgirt ve Tayfun Atay’ın Cumhuriyet’te çıkan “Totem ve Kurban”  yazılarını buraya ekliyorum.

**Orta 2’den lise sona dek aralıksız beş yıl Fransızca edebiyat, gramer, redaksiyon hocam olan Mişel Tagan vefat etmiş. Olağanüstü bilge bir insandı. Üzerimde emeği çok büyüktür, ne yapsam hakkını ödeyemem. Mekanı cennet olsun. 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89