Filozof Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım!” demiştir. Bu söze paralel olarak, ben de “İrade ediyorum, öyleyse varım!” diyorum. Evet, “düşünmek” gibi, “irade etmek” de varolmanın olmazlarındandır, hatta kendisidir diyebiliriz. Varlık; yani var olduğunu hissetmek ve ettirmektir. Buna, “varlığının bilincine ermek” de denilir. İnsan, bu bilinci taşımakla insanlaşır ve varlığını, ancak onu pratize etmekle varlığını ispatlayabilir. Aksi durumda, “sayısal” olarak bir varlık gösterse de, “niteliksel” olarak yok hükmündedir, varlıkla ilişkisi, “yürüyen bir cenaze”den öteye geçmez. Varlık, direnmek ve üretmektir; yokluk, teslimiyet ve tükenmektir.
İrade, düşüncenin aksiyonudur; onu yaşama geçirme çabasıdır. İrade, bir enerjidir; düşünceyi pişirir, olgunlaştırır, onu ete-kemiğe büründürür. İradesiz hiç bir düşünce varlık gösteremez, “ben de varım” iddiasında bulunamaz. Bu anlamda, iradesi olmayan her düşünce “hayal”, iradesiz her düşünür ise “hayalperest”tir. İrade, aynı zamanda düşüncenin hayatıdır; onun besleyicisidir. Ondandır ki düşünce düşmanlarının ilk hedefi, iradeyi öldürmektir. Bunun için de, önce iradeyi baskı altına alırlar. Sonra, onu zayıflatmaya, tüketmeye çalışırlar. Nihayetinde, kırarak teslim alırlar. Evet, ulusal ve uluslararası bütün müstekbirlerin irade düşmanlığı, bu metodladır. Bu temelde, direnişin ruhu, “irade” eksenlidir; iradeli olanlar ayakta kalabilirler. İradesizlerin ise böyle bir şansları yoktur. Çünkü iradeliler ne kadar bağımsız iseler, iradesizler bir o kadar bağımlıdırlar.
Dolayısıyla irade bağımlılarının, “cihad”, “direniş”, “devrim”, “inkılâp” türünden söylemleri boş bir çığırtkanlıktır, “dostlar pazarda görsün” kabilinden şovlardır.
İrade, anlaşıldığı ve alışılageldiği üzere “arzulamak”, “dilemek” ve “istemek” anlamında değildir; tersine, bu yüzeysel anlamın çok ötesinde, “etkin” ve “sonuç” eksenli bir insanî fonksiyondur. Yani, istenilen, arzulanan şeyin gerçekleşmesi için harekete geçmektir; bu uğurda çaba sarfetmektir. Bir başka ifadeyle, düşündüğü, inandığı, savunduğu ideallerinde “kararlı” olmaktır; bunları, fikirden aksiyonas, teoriden pratiğe aktarma çabasıdır. O, sürekli ve aralıksız bir eforun ifadesidir. Esnemek, öf-küf etmek, boşvermek, hele de umutsuzluğa kapılmak, iradenin anlam ve tabiatına aykırıdır. Bu itibarla, “yaptım, olmadı”, “söyledim, tutmadı”, “anlattım, anlamadı” ifadelerinin irade lügatinde yeri yoktur. Onun direktifi açık ve kesindir; o, “olana dek, çalışacaksın”, “tutana dek çabalayacaksın”, “anlayana dek anlatacaksın” der, “ammalı-yamalı” bahanelere sığınmayı kesinlikle reddeder.
İradenin dayattığı fıtrî gerçeklik ile irade katillerinin dayattığı yapay kişilik arasındaki farkı göremeyenler, “iradeli olmak” ile “iradesizlik”in ne olduğunu anlayamazlar. Çünkü anlamak için de iradeli olmak gerektir. “Yaşamayan, bilmez” gerçeği bu hususta da geçerlidir. İrade, yaşamaktır, hissetmektir; iradesizlik, hissizliktir, dumura uğramaktır. İradelilik, her türlü akıma direnmektir; iradesizlik akıntıya kapılmaktır. İrade, öz benliğine sahiplenmek, ruhî, aklî ve bedenî özgürlüğünü gerçekleştirmektir; iradesizlik, öz benliğini satmak, ruhunu, aklını ve bedenini köleleliğe-kölecilere teslim etmektir. İşte bu noktada, “modern kölecilik”in önemli bir sacayağının “iradesizleştirmek” olduğunu görmek lazımdır.
Modern zamanların köle tüccarları, hedef kitlelerini “iradesizlik” üzerinden köleleştirirlerken, her yolu ve yöntemi mübah görürler. Onlar için önemli olan sonuçtur; o da, “köleleştirme”dir. Tarihten günümüze değin bu yolda en çok başvurulan ve en etkin köleleştirme araçları “din”, “siyaset”, “ideoloji” ve “menfaat”tir. Herşeyde olduğuğu gibi, bu alanlarda da ciddi “istismar”lar yaşanmakta, en kutsal değerler kullanılarak en iğrenç hedefler güdülmektedir. İstismarın istihmara(eşekleştirmeye) dönüştürülmesinde, en etkili ve sonuç verici araçlar bu saygın değerlerdir. İradelerin yok edilmesinde kullanılan bu değerler, -maalessef- süreç içinde itibar kaybına uğratılmakta, iradelilerin gözünde saygınlıklarını kaybedebilmektedirler. Dolayısıyla, irade avcıları, sadece iradeye değil, değerlere de tecavüz etmektedirler.
Bu tecavüzcüler, bazen bir “alim ve şeyh”, bazen bir “lider ve önder”, bazen bir “reis ve başkan“, bazen bir “ağa ve patron”, bazen bir “lobi ve örgüt” şeklinde boy gösterirler; ancak hepsinin ortak bir yönü vardır; o da, hedef kitleleri iradesizleştirmektir; iradesizler sürüsü üzerinden sulta ve saltanat kurmaktır... Modern zamanların sömürüsü bu tarzdadır; sömürücülerin semirme alanları sürüleştirilmiş yığınlardır. Bir babanın aile bireylerine karşı olan irade zorbalığından tutalım, kocanın karısına, şeyhin müridine, hocanın talebesine, ağanın marabasına, patronun işçisine, liderin kadrosuna, reisin reayasına karşı muameleri hep bu minval üzeredir.
“Tarikat” ve “cemaat” adı altında kimi dini oluşumlar, parti ve sendika adı altında kimi siyasî yapılar, örgüt ve hareket adı altında kimi ideolojik fraksiyonlar, dernek ve teşkilat adı altında kimi ekonomik lobiler, ellerindeki maddi-manevi gücü sultacılığa tahvil ederek hükmettikleri kitleleri iradesizleştirmeye, robotlaştırmaya çalışarak, muhaliflerini sindirmenin ve yok etmenin aracı olarak kullanmaktadırlar. Toplumu kamplara, kutuplara ayrıştırarak kendi içinde cepheleştirmiş, biribirine karşı tahammülsüz ve acımasız terminatörlere dönüştürmüşlerdir. İradesizler üzerinden sürdürülen bu savaşın kazançlısı istismarcı sömürgecilerdir; tek kaybedeni ise istihmara evrilmiş iradesiz kitlelerdir.
Kaynağını yaratılış yasalarından almayan her ideoloji, her dini anlayış, her siyasî oluşum, “iradesizleştirme” ve “kişiliksizleştirme” üzerine kuruludur. Bunlar, varlık ve devamlarını, güdümlerine aldıkları yığınların üğütülmesinde görürler. Bu anlamda acımasızdırlar; aralıksız olarak insan harcama peşindedirler. Ve bunu başarmak, onlar için yegane hedeftir. Zira çok iyi biliyor ki kendilerine mal edemediği kesimleri, yar da edemezler; amaçlarına hizmet ettiremezler. O nedenledir ki, hedeflerini can evinden vururlar; en hassas noktalarından yıkmaya çalışırlar. O nokta ise, “iradesizleştirme”dir; iradeleri satın almadır. Bir başka ifadeyle mankurtlaştırmadır; öz benliğini parçalamadır. En köklü ve sonuç verici asimilasyon da bu yöntemdir.
Asimilasyoncu yöntemi, yani iradesizleştirmeyi yenmenin tek yolu vardır; o da iradeli olmaktır; iradesini sattırmamaktır. İradeyi satmak, kulluğa, köleliğe rıza göstermektir. Kulluk derken, yanlış anlaşılmasın, Allah’a olan teslimiyeti kastetmiyorum; kastım, irade katillerine gösterilen kayıtsız-şartsız teslimiyettir. Çünkü Allah’ın bu anlamda bir talebi yoktur; O, “iman ve itaat”e emreder ama zorlamaz, “dileyen iman eder, dileyen inkâr eder”(Kehf, 29) diye bir kayıt koyar. Ancak sulta ve saltanat sahipleri, kendi iradelerini dayatırken, “ilahlık ötesi” bir pozisyon takınırlar; “ister istemez itaat”i şart koşarlar. Halbuki varlık kaynağımız olan Allah, O’nun rahmet ve hidayet kaynağı olan Kur’an, yegane nizamı olan İslâm ve eşsiz uygulayıcısı olan Hz. Peygamber, iradeleri yok ederek ya da yok sayarak işe girişmemişlerdir, aksine iman ve itaat için iradeyi ilk ve olmazsa olmaz şart olarak görürler. Makbul olan iman ve itaat için, “özgür iradeyle olanıdır” derler. İşte “Asıl İlah” ile “zorba ilahlar”ın arasındaki fark... Biri, disipline ederek kişilik kazandırırken, diğeri ifsat ederek silik ve kişiliksiz karakterler ihdas ederler...
Kısacası, Allah’ın “sen” zamiriyle hitap edip iradesine “öncelik” verdiği insanoğlu, kendi değerini bilmelidir. Varlıklar aleminde, “irade”yle şereflendirilmiş birinci sınıf bir muhatap olduğunu unutmamalıdır. “Yaşamını şekillendirme” ve “geleceğini tayin etme” hususunda ilk adımın ve tercih hakkının kendisinde olduğunu dikkate almalıdır. Bu çerçevede, “eşref-i mahlukat” iken, kendini iradesizlikle “erzel-i mahlukat” derekesine indirmemelidir. Dik durmalı; izzet ve onurunu korumalıdır. İradesini, siyasîler ve siyasetin dümensuyuna bırakmamalıdır. Yaratıcının rızasına odaklanmalıdır. Onun kabulüne “kabul”, reddine “red” diyebilmelidir. Zira Allah’a kul olan, kullara kul olmaz.
İradesini hiç bir beşerî iradeye satmayan onurlu ve şahsiyetli bireylerin çoğalması temennisiyle, herkesin Ramazan Bayramını tebrik ediyorum. (Bir sonraki yazımız, iradesizleştirmede etkin bir rol oynayan “Ağabeyler” ve sultaları hakkında olacaktır.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. İlke Haber’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.