• BIST 9116.85
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 11 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 1 °C

İlk yazı, ilk suskunluk

Aslı Erdoğan

“Bir noktadan sonra geriye dönüş yoktur. İşte varılması gereken yer, o noktadır.” (Kafka)

97 yılında, kırkdört kiloya düşmüş bir kadın, romanına bu alıntıyla başlıyor, yazmaya ve ölmeye hazırlanıyordu. Sonraki onbeş yıl, hiç hesapta olmayan onbeş Araf yılı, yazmanın ya da anlatmanın, özgürleşmeye olduğu kadar tutsaklığa doğru bir yolculuk olduğunu, onu, içinde barındırdığı bir ya da binlerce insanı, ölüme yazgılı olmaktan kurtarmadığı gibi, yaşamaya da mahkum ettiğini, tekrar tekrar öğretiyordu. Alay edercesine tekrar tekrar, her seferinde farklı bir yöntemle, yalanla, tuzakla... Yaşama, yani ölümle yitirilen her şeye mahkum olmak... Gündelik hayat dediğimiz ucubeye, insanların bencilliğine, çıkarcılığına, binbir gösteriyle gizledikleri korkularına... Binbir kimlikle baş ettiğimiz insanlık durumunun katlanılmazlığına, bin ayrı yüzüne, tanımsız, ele avuca sığmaz görkemine mahkum olmak... Brezilya’dan henüz dönmüştü, sürekli üşüyordu, zayıftı, savunmasızdı. Geriye dönüş’ün imkansızlığı mıydı insanı bunca savunmasız kılan, bilemezdi. Sanki ısrarcı bir ses vardı, vücut bulmayı bekleyen, sözcüklendirilmek isteyen... Hep öteye adıma çağıran, yok-ötesini vaat eden... (Memed Boğatekin’in cezaevinden yolladığı portreye bakarken bunları hatırladım. O zayıf kadının, hep arkasından, sırtından bile değil, tam boynundan, omuriliğinden vurulduğunu, vurulacağını nasıl sezdiğini merak ettim. Belki insanlık hikayesinin bir dipnotu arkadan vurulmak... O okun, bulutlardan gelen, kanı sözcüklere, imgelere ve düşlere dönüştüren okun, sevebilmemiz, daha çok sevebilmemiz adına atıldığını unutuyoruz çoğu zaman...)

1993 yılını, İstanbul’da kara Afrikalılar (gazeteye bu terim için teşekkürler, ırkçılık kokmayan ve edebi bir terim bulmayı başaramamıştım) göçmenlerle yaşadığım yılı, tek bir köşe yazısı dışında anlatamadım. Defalarca denedim. Yerli yersiz, zamanlı zamansız... Ya çok kuru ya da yürekten bir tıpa çekip çıkarılmışçasına... Aşağılanma, hakaret, dayak, taciz, tecavüz... Yalnızlık, çaresizlik, kimsenin yanına gelmediği, gelmeyeceği bir yerde bir başına kalakalma... Karanlık basınca dayanılmazlaşan, gecede on kez, yirmi kez sıçrayarak uyandıran korku...

Kimsenin gözünde beş para etmeyen masumiyete, adım başı sızan suçluluk: Sağ kalanın, şans ya da inayet, bir mucize ya da yardım, bir ayrıcalık ya da suskunluk sayesinde sağ kalanın suçluluğu... Yıllar sonra, belki yersiz, belki zamansız, içiçe geçmiş binlerce korkunç anıdan birini, en kolay dillendirileni, üç beş cümleye sığabileni anlatmaya koyulduğunuzda, yani bir kuyudan taşarcasına akmaya bıraktığınızda... Sabit gözlerle, bir ucundan yakaladığınız cesaretinize tutunarak, göz yaşlarını salmayarak, ki böbürlendiğinizi sandıkları kahramanlığınız yalnızca budur: ağlamamak. ..Yol yol yükselen sözcük duvarlarının arasında, ağır ağır, acıyla kaybolurken... Buyurgan, ödün vermez, sarsılmaz hüküm er geç belirir: Türkiye’de ırkçılık yoktur, olmamıştır, şu, şu, şu ve şu nedenlerle olamaz da... Er geç verilir hüküm, kalem kırılr ve gerçek sürgün başlar. İnsanı kendi hikayesinden, gerçeğin bile sahip çıkmadığı hikayesinden dışarı kovan sürgün.

İnsanın insana karşı en korkunç acımasızlığının, ondan travmalarını bile çalmak olduğunu söylerken, kişisel deneyimin tam ortasından konuşuyordum. Bu deneyimin sınırlılığı içinde anlamaya çalışıyorum Ermenileri, bir yüz yıldır bu topraklarda katledilmediklerini bağıra çağıra, pankartlarla, hakaretlerle, kurşunlarla ilan ettiğimiz Ermenileri... Ya da bir yüz yıldır, önce bu topraklarda yaşamadıklarını ilan ettiğimiz, bundan böyle yaşamaya devam etmek istiyorlarsa, bizim koşullarımızla ve tanımlamalarımızla yaşayabileceklerini bildirdiğimiz Kürtleri... Ama en çok tepkilerimiz ele veriyor yalanlarımızı, katliamlarımızı... Sabahın 9’unda, bir cinayet davasının görüldüğü mahkeme binasının arkasında, takım elbiseli, sinek kaydı tıraşlı bir bey, yakamdaki Hrant’ın resmine bakarak “O Ermeni mi, iyi olmuş!” diyor, söz gelimi. Bir gösteriye katılana altı kez müebbet isteniyor, katılmayana 11 yıl biçiliyor. (Bu topraklarda poşu takma ‘suçuna’ biçilen indirimli ceza!) F16’larla parçalananların yakınları ‘cinayete teşebbüsten’, cezaevinde tecavüz edilen çocukları haber yapanlar ‘propagandadan’ tutuklanıyor...

93 yılında, ilk denememi yazmış, gazetelere yollamıştım: Asıl Yamyam Kim? Irkçılık, ırk, ulus, sınıf ilişkileri, Türkiye basınındaki “siyahi” imgesi vb üzerine yazım bu güne dek yayımlanmadı. Fazla uzundu, sonlara doğru, kampları anlattığım bölümde fazla duygusallaşıyordu. 93 sonbaharında göçmen Afrikalılar polis baskınıyla evlerinden toplanmış, önce Sivas Kangal’da sonra da Silopi’de bir kampa kapatılmış, zorla mülteci konumuna sokulmuşlardı. Elbette, her fırsatta, uyuşturucu baskınlarını manşetlerden giren basınımız bunu haberden saymamıştı. (Aylar sonra Panaroma’da çıkan haber dışında) Silopi kampında bir çadır yeri tartışması çıkmış, çadırları yıktırmamak için direnen, Afrikıların sözcüsünün üzerine tanklar yürümüştü.

Ben yayımlanmamış kalan ilk yazıma başladığımda, hala sağdı o Sudanlı genç. Hala sağ mı, sağlam mı, merak eden çıkmadı bu güne dek. “Kürt basını” dışında o günlere ilişkin tanıklığımla ilgilenen de olmadı. Yeni ölümler, yeni katliamlar, başka, bambaşka manşetler... Geçtiğimiz yaz, yeni panzerler, makineli tüfek monte edilebilen yepyeni panzerler alındığını okumuştum bir gazete manşetinde... Demek ki, daha pek çok yazı okuyacağız, tankların, panzerlerin altında paramparça edilenlerin hiç de masum olmadığına dair... Onların hikayelerine gelince... Aslında merak bile etmediğimiz bir hikayeyi niye dinleyelim ki?

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89