İktidar derken elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastediyorum. Zira bir zamandan beri ortada ne AKP diye bir parti ne de bu partiyle özdeş klasik anlamda bir iktidardan bahsedilebilir. Varsa yoksa bir ve tek Erdoğan iktidarı söz konusu. Zaten cumhurbaşkanlığı sistemine tek adam yönetimi için geçilmemiş miydi?
Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan (ve onun sıkı takipçisi AKP) ile MHP arasında yaşanan kimi polemik ve atışmalardan yola çıkarak, “Acaba Erdoğan yeniden Çözüm sürecine mi diyor?” sonucunu çıkartanlar var.
Bilindiği gibi Cumhur İttifakı ile yerel seçime girme planının suya düşmesiyle eş zamanlı olarak AKP ve MHP arasında, Andımız ile MHP’nin hazırlığını yaptığı af girişiminden kaynaklanan bir gerilim ve tartışma süreci gündeme geldi.
MHP’nin kimi yandaş çete ve uyuşturucu baronlarının salıverilmesini öngören af çalışması Cumhurbaşkanı’nın sert tepkisiyle karşılandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kişilere yönelik işlenmiş suçların af edilemeyeceği, devletin ancak kendisine karşı işlenmiş suçları af edebileceği” yönündeki açıklaması siyasi bir affa yakılan yeşil ışık şeklinde yorumlandı.
Benzer şekilde Erdoğan’ın andımızla ilgili sarf ettiği sözler de onun bir süreden beri sürdürdüğü aşırı milliyetçi söylemini yumuşattığı şeklinde değerlendirenler oldu. AKP sözcüleri, 2013 yılında dönemin siyasi iklimine uygun olarak ilk öğretimde okutulan andımızın kaldırılma kararının Danıştay tarafından iptal edilmesini, yargının hükümete bir müdahalesi olarak tanımladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir adım ileri giderek kendisinin “Türk olduğunu ancak Türkçü olmadığı” belirttikten sonra andımız ırkçı içeriğine vurguda bulundu ve bunun Kürt vatandaşlarında benzer duyguları depreştireceğini belirtti.
Evet, Cumhurbaşkanı, Danıştay tarafından geri getirilmek istenen andımıza karşı çıkarak Kürt vatandaşlarının hassasiyetlerini hatırlamıştı!
Ama gerçekte olan iktidarın, özel olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zor bir seçimle karşı karşıya olduğu gerçeğiydi. Bir yandan şiddete ve savaşa yatırım yaparak iktidarda kalma seçeneği, öte yandan aynı seçeneğin bumerang gibi dönüp iktidarının altını oyması süreci…
Sürecin bu noktaya nasıl geldiğini bir daha hatırlatalım.
Açılım ve Çözüm süreci yılları… AKP, dönemin iç ve dış faktörlerin etkisiyle Kürt sorununu gündemine aldı, başka bir ifade ile almak zorunda kaldı. Çünkü o dönemde AK Parti’nin başka türlü iktidarını sürdürmesi mümkün görünmüyordu. Hesap basitçe şuydu; AKP Kürt meselesinde belli açılımlar yaparak ordunun vesayetini kırabilir, Güney Kürdistan ile karşılıklı yarar temelli ilişkiler geliştirebilir, iç gerilim ve çatışmayı ortadan kaldırabilirdi. Hükümet kendince bu tür açılımlarla aynı zamanda Kürt sorunundaki tansiyonu düşürecek ve bu sorunu zaman içinde Türkiye’nin gündeminden çıkaracaktı.
Ancak tersi oldu. Cin şişeden çıktı. Söz konusu süreçle birlikte Kürt meselesi içerde ve dışarda daha güçlü bir meşruiyet zemini yakaladı. Kobani’deki gelişmeler ise işin tuzu biberi oldu. Hükümet 2015 yılında çözümü tekrar savaş ve şiddet politikalarına dönmekte buldu. Böylelikle AKP, MHP kulvarına savrulmuş oldu. MHP muhalefetteydi ancak onun politikaları artık iktidardaki AKP eliyle yürütülüyordu. Her iki parti ülkenin karşı karşıya bulunduğu “beka sorunu” paydasında buluşmuştu.
Ancak unutulan, siyasetin ve toplumun şaşmaz diyalektiği diye bir yasa vardı.
Söz konusu yasaya göre savaş ve şiddet dünyanın her yerinde uçları, milliyetçilikleri ve militarizmi güçlendirirdi. Türkiye’de olan da bu oldu. Savaş, şoven milliyetçiliği temsil eden MHP’yi güçlendirdi. Bu gerçeği gördüğü içindir ki MHP lideri Devlet Bahçeli AKP iktidarına kol kanat gerdi. Çünkü bu koşullarda AKP’nin iktidarda olması onun istediği politikaların devamı anlamına geliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek adam yönetimine giden yolu açan 16 Nisan referandumuna bunun için tam destek verdi. Ardından 24 Haziran’da seçimlerin öne alınmasını isteyerek bir taşla iki kuş vurdu. Bir yandan dağılmanın eşiğindeki partisini Cumhur İttifakı sayesinde çöküşten kurtararak parlamentoya soktu, öte yandan da sunduğu destekle cumhurbaşkanlığına seçtirdiği Erdoğan’ı rehin almış oldu.
Erdoğan, aslında MHP desteğiyle cumhurbaşkanı seçilmeyi başardığı anda kaybetmişti. Günün sonunda kazanan MHP oldu. İçinden İyi Parti gibi seçmenin %10’a yakınına tekabül eden bir parti çıktığı halde, MHP 24 Haziran seçimlerinde %11 gibi beklenmedik bir oy almayı başardı. MHP’ye gelen söz konusu oyların ise AKP’den bu partiye kaydığı açıktı. AKP’ye yıllardır oy veren dünün milliyetçi tabanı siyasetin şiddet ve savaş eksenindeki kutuplaşmasına bağlı olarak aslına, MHP’ye dönmüştü.
Geçen üç yıllık savaş iklimi AKP’nin oylarını %49’dan %42’ye indirirken, MHP ve İyi Parti’nin temsil ettiği aşırı milliyetçi oy oranı %20’e ulaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tabloyu görmemesi imkânsız.
Ancak ortada derin bir açmaz söz konusu. Savaş ve şovenizm kısa vadede ona kazandırsa bile uzun vadede iktidarının altını oymaktadır. Savaş ve şovenizmden güç devşirenler bellidir; MHP, Ergenekoncular ve cümle ulusalcılar… Ve Erdoğan için esas tehlike Kürtler değil, şimdi dört bir taraftan kuşatıldığı bu odaklar oluşturmaktadır.
31 Mart seçimlerine giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı manevraların bir amacı bu kuşatmayı bir miktar hafifletmek gibi görünüyor. Ancak söz konusu gidişatı değiştirmek bu türden göstermelik mesajlarla mümkün değil.
İktidarın bu zor seçim karşısında nasıl bir tercihte bulanacağını hep beraber göreceğiz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.