Bir kere şunu söylemeliyim, bir siyasi parti kongresinde eski Genelkurmay gibi “akreditasyon” sistemi uyguluyorsa ve altı gazetenin kongreye girmesini yasaklıyorsa, demokrasiden vazgeçmiş demektir.
Siyasi parti ile askerî vesayet arasında “uygulama” farkı bulunmuyorsa, oradan özgürlük ve huzur çıkmaz.
Böyle bir acayiplik yapmak için o siyasi partinin ya inanılmaz bir güvensizlik bunalımı yaşıyor olması ya da hastalıklı bir “iktidar sarhoşluğuyla” medyayı cezalandırabileceğine inanması gerekir.
Ki ikisi de hayırlı bir netice yaratmaz.
Korkarım AKP bu birbirinin zıddı duyguyu birarada yaşıyor, hem müthiş bir kırılganlıkları, hem de kendilerini her şeyin mutlak sahibi sanma halüsinasyonları var.
Kongrenin tek tuhaflığı bu akreditasyon değildi.
AKP’nin artık sadece Erdoğan’ın “başkanlığını” sağlamayı amaçlayan bir aygıta dönüştüğünü gördük.
İzlediğimiz tek kişilik bir gösteriydi.
Parti yoktu, lider vardı.
Yabancı konukların kimlikleri ise AKP’nin seçtiği yolu ve yeni müttefiklerini ortaya koyuyordu.
“Daha fazla demokrasi” diyen Batı’ya Kemalistlerin duyduğu nefretin benzerine şimdi AKP’de rastlıyoruz.
“Demokrasiyi ve bireyi” merkeze alan bir demokrasi anlayışı artık onları tedirgin ediyor.
AKP’nin bu yeni “kimliğiyle” temsil ettiği kitlenin de değiştiğini görüyoruz aslında.
Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün art arda yaptıkları iki konuşmaya baktığınızda, bu iki siyasetçinin iki farklı kitlenin temsilciliğini üstlendiğini, muhafazakâr kesimin çok ciddi bir kırılma noktasından geçtiğini görüyorsunuz.
Erdoğan, kasabaların ve şehir varoşlarının, kendilerine benzemeyenlerin yaşam biçimlerine duydukları “öfke ve intikam isteği” üzerinden siyaset yapıyor.
Epeydir bu öfkeli kitleye “özgürlük” önermiyor, onlara benzemeyenlerin özgürlüklerini “kısmayı” vaat ediyor.
Bunu da “din” kisvesinin altına saklıyor.
“Siz de özgürce yaşayacaksınız” demiyor, “onlar da özgürce yaşayamayacaklar” diyor.
Toplumun daha zengin ve daha şehirli kesimlerinde toplanmış olan sanatı, estetiği, yaşam sevincini bütün topluma yayma, bütün toplumu geliştirecek projeler ortaya koyma yerine, bu özellikleri küçümsemeyi, aşağılamayı, sanatın, estetiğin, sevincin olmadığı bir yaşamı yüceltmeyi tercih ediyor.
Gelişmelerine, özgürleşmelerine, yaşamalarına izin verilememiş insanların ellerinden alınmış bu hakları onlara iade etmeyi vaat etmiyor.
Hayatı değiştirmeyi değil, ezilmişlerin öfkeleriyle kendi siyasi geleceğini değiştirmeyi planlıyor, siyasetinin “yakıtı” bu öfke ve intikam isteği artık.
“Olumlu” üzerinden değil, “olumsuz” üzerinden yürüyor.
Bütün adımlarını olumsuzluk ve öfke belirliyor, ezilmiş insanlara, ezilmişlikten kurtulacakları yolu değil, herkesin ezileceği bir toplumu hedef olarak gösteriyor.
Kürt politikası, dış politikası da, şehircilik politikası da “size benzemeyenleri ezeceğiz” anlayışıyla yürüyor.
Bu anlayış, çatışmadan başka bir sonuç yaratmaz.
Batı’dan kopuk, tek adam gösterileriyle bezenmiş, demokrasisi hünsalaşmış, dindar bir Kemalizm’i kendine bayrak yapmış, sorunları çözmeyen, yeni sorunlar yaratan bir siyasi macera olur bu.
Erdoğan, Türkiye’nin “iki değişim motorundan” biri olan muhafazakârların sadece varoşlardaki ve kasabalardaki parçasını temsil etmeyi üstlenince, Gül de muhafazakârların daha üretici kesimlerinin sözcüsü olarak ortaya çıkıyor.
Avrupa Birliği’ni, hukuku, demokrasiyi savunuyor.
Öfkeden ve çatışmadan uzak duruyor.
Ezilmiş insanların “intikam” duygularını istismar ederek onları yaşadıkları hayata mahkûm etmek yerine, muhafazakârların değişimci parçasının temsilciliğini yapıyor.
Üretici muhafazakârların üretmek ve zenginleşmek için hukuka, barışa, demokrasiye ihtiyaçları var, “elitlere” onlar da öfke duysa da gelecekleri için bekledikleri hayallerin görkemi öfkelerinden daha büyük.
Solu, solculuğu budanmış ülkelerde “ezilenleri” temsil etmek ne yazık ki genellikle onların öfkelerini sömürerek iktidarını sürdürmek isteyen, bunun için ya dini, ya milliyetçiliği, bazen de ikisini birden kullanan çıkarcı siyasetçilere kalıyor.
Ezilmişleri kurtarmıyor, öfkelerinden kendisine iktidar aracı yapıyor.
CHP kendisini siyasette neredeyse sıfır noktasına indirdiği, azınlıkta kalan “Kemalist öfkenin” temsilciliğinden öteye gidemediği için Türkiye’nin siyasi geleceğini Kürt meselesi ve muhafazakârlar arasındaki kopuş belirleyecek gibi gözüküyor.
Erdoğan’la Gül’ü sadece “Çankaya” değil, çok ciddi bir sosyolojik kopuş birbirinden ayırıyor.
Benzer bir ayrışmayı Kürtlerin kendi içinde de göreceğimizi sanıyorum, orada da işaretler ortaya çıkıyor zaten.
Hem Türk cenahında, hem Kürt cenahında ikili bir kırılmadan geçiyor Türkiye.
Belki de kaçınılmaz bir durum bu.
Kemalizm’in her türünden ancak bu çatışmalarla arınabilecek bu ülke.
İkili kırılma
- Yorumlar 5
- Facebook Yorumları
- can dersim02 Ekim 2012 Salı 11:38altan
Hele sükür akpden demokrasi cikamayacagini anladiniz. Bunlar devleti ele gecirmek icin liberalleri, kimi eski solculari ve bazı kürtler kulandi. Su anda hic birinize ihtiyaci yok.
Yanıtla (0) (0) - derya02 Ekim 2012 Salı 17:29sayın altan
Hele şükür kürt siyasetinde de böylesi kırılmaların olabileceğini nihayet gördünüz. Biz kaç zamandır mevcut değişim ve dönüşüme ayak uydurmayı, gelişen konjöktöürü yakalamamız gerektiğini, mevcut mevzileri terk etmemiz gerektiğini söyledikçe aklı almayanlar bizi AKP li olmakla itham ederlerdi. Kürdistan siyasetide yenilenmeli, modernleşmeli. Önce şu vesayet zincirini boynumuzdan çıkarmalı ki beynimize oksijen gitmeli.
Yanıtla (0) (0) - Nikitin02 Ekim 2012 Salı 17:36Hayir Anlamamis!
Eger AKP*den demokrasi cikmayacagini anlasaydi konuya yanlis girmezdi.
Yanıtla (0) (0)
Diyor ki 'iki değişim motorundan” biri olan muhafazakârlar''
Muhafazakarlik ne zamandan beri degisimin motoru oldu? Muhafaza ne demektir, Altan bunu da mi bilmiyor? Koruyan demektir. Yani degisime karsi korúyan!
Ve dünyanin hicbir yerinde bekcilik yapanlar degisim yapmazlar. Onlar degisime karsi direnirler sadece.
AKP de bunu yapiyor! nokta! - moeztas02 Ekim 2012 Salı 17:47Yeniden keşfedeceksiniz...
...o, tukaka ettiğiniz Kemalizm'i=Atatürkçülük'ü, siz de, Altan Bey, bu ülke ve bu coğrafya için en iyi rejim olduğunu, bu ülke ve coğrafyada sadece bir "ulus devlet"in yaşayabileceğini...
Yanıtla (0) (0) - Mihri Düz03 Ekim 2012 Çarşamba 00:06Yazık
derya hanım derya hanım! Siz ne zaman,hangi mevziyi tuttunuz ki şimdi bırakmaktan bahsediyorsunuz? Egemen ulus zihniyetine mahkum olanların Kürt İradeleşmesine 'vesayet' deyip horlaması anlaşılırdır,ama bir Kürdün buna ortak olması yüz kızartıcıdır.yazıklar olsun....
Yanıtla (0) (0)
Fotoğraflarla Kürdistan’a dönen ilk hacı kafilesi
Başkent Hewler’de huzurevi
IŞİD’in son mevzisinden kaçış...
Kürdistan Parlamentosu'nun yeni üyeleri yemin etti
Sait Çürükkaya...
Antep'te sokak düğününe bombalı saldırı
Cizre'deki bodrumlarda ne yaşandı?
Nizamettin Ariç - Xakî Bîngol - Çîyayê Şengalê
Tel : 0532 261 34 89
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.