Hayat, insanları da toplumları da her gün, her an yeni tercihlerle yüz yüze getirir, geleceğiniz yaptığınız tercihlerle belirlenir.
Bazıları doğru tercihin hangisi olduğunu kestiremez, bazısının doğru tercihin gereklerini yerine getirmeye gücü yetmez, bazıları da doğru tercihleri yapar, o tercihlerin gereklerini yerine getirir.
Tarih “yanlış tercih” örnekleriyle dolu.
Aradan zaman geçip de sonuçlar ortaya çıkınca “hangi tercihin” doğru olduğunu görmek kolay ama “tercih” ânında doğruyu bulmak her zaman o kadar kolay değil.
Doğru olanı görmek her zaman mümkün olsaydı zaten “tercih” diye bir kavram olmazdı, doğruyu yapa yapa ilerlerdi herkes.
Türkiye ve Başbakan Erdoğan, yakın geleceğimizi belirleyecek bir tercihle karşı karşıya şimdi.
Leyla Zana’nın açıklamaları, Murat Karayılan’la konuşan Avni Özgürel’in o görüşmeyle ilgili olarak Neşe Düzel’e söyledikleri, “barışın” çok yakınımızda olduğunu vurguluyor.
Zana gibi birinin “Erdoğan’ın yanında duralım” demesi basite alınabilecek bir laf değil.
Karayılan’ın “ılımlı” yaklaşımı da her gün rastlanacak bir yaklaşım sayılmaz.
Belli ki büyük bir hata yapılmazsa “dünyanın” da kuvvetli desteğiyle savaşı nihayet bitirebileceğiz.
Anlayabildiğim kadarıyla, “barış” kararı artık Türklerin de Kürtlerin de “tercih” etme gücünün ötesinde bir noktaya ulaşmış.
Bunu engellemek pek mümkün değil ve engellemeye kalkan da çok ağır bir bedel ödeyecek.
Önümüzdeki “tercih” artık savaşla ve barışla ilgili değil bu yüzden.
Tercih konusu, “barıştan” sonra ne yapacağımız.
Bizi “abad” edecek bir yolu da “berbat” edecek bir yolu da seçebiliriz.
İki yol da açık önümüzde.
Türkiye, yeryüzünün krizle inlediği bir dönemde ekonomisini başarıyla yürütüyor, zenginleşip kalkınıyor, birçok alanda önemli hamleler yapıyor.
Savaşın bitmesi, savaşa giden paranın ve enerjinin de toplumun refahına ayrılabileceği anlamına gelecek.
Bu avantajlı durumda Türkiye’nin ve Erdoğan’ın tercihleri ne olacak?
Savaş bitince, her kesimin “haklarına” sahip olacağı, kimsenin kimseye müdahale etmeyeceği, devletin hayatımızın içine girmeyeceği, geniş özgürlük alanlarına ferahça yayılabildiğimiz, güvenceli ve huzurlu bir hayat kurabiliriz.
Gücümüzü, birbirimizin “haklarını gasp ederek” göstermeye çalışmadığımız bir düzen kurabiliriz.
Bu, bizi daha da zenginleştirir.
Dünyanın cenneti haline gelebiliriz.
Bence, doğru tercih budur.
Bu yolu seçerse Başbakan Erdoğan da Türkiye tarihinin en büyük lideri olarak tarihe geçer ve oylarını da arttırdıkça artırır.
Tabii bir de ikinci tercih var.
Savaş biter ve Erdoğan’la taraftarları bugünkü siyasetlerini sürdürürler.
Kürtlere hakları verilmez, Aleviler yok sayılır, solcular susturulur, demokratlar mahkemelere gönderilir, kadınların hayatlarına müdahale edilir, onların kaç çocuk doğuracağına başbakan karar verir, muhafazakâr bir hayat sürmeyenlerin hayat alanları daraltılır, televizyonlar denetlenir, özgürlükler kısıtlanır, bir pankart açan zindana gönderilir.
Bunu tercih edersek, toplum önüne geçilemez çatışmalarla sarsılır.
Hiç bitmeyen bir huzursuzluk yaşarız.
Başörtülü kadınlar milletvekili olamaz, Kürtler çocuklarını anadillerinde eğitemez, Aleviler “apartman altlarında” ibadet etmek zorunda kalır, solcuların fikirlerini söyleyemez, işçiler kitleler halinde ölür, muhalefet susturulur, din bir “gösterişe” dönüştürülür, Diyanet başbakanın “fetvacıbaşısı” olur, devlet bir karabasan gibi herkesin üstüne çöker.
Ülke de altüst olur.
Bence, bu da yanlış tercihtir.
Bilmediğimiz ve anlayamadığımız bir nedenden dolayı Erdoğan ikinci tercihe meylediyor son zamanlarda.
“İkinci tercihin” doğru tercih olduğunu düşünenlere söylenecek bir şey yok.
Onlar, Erdoğan’ın her yaptığını alkışlayarak bugünkü çizgisini desteklerler.
Ama “birinci tercihin”, hep birlikte özgür, zengin ve huzurlu yaşamanın doğru olduğuna inananlar, Erdoğan’ı kuvvetle uyarıp onu yanlış bir tercihten çevirmeye uğraşmak zorundalar.
Ona, bir savaşı bitirip, bütün toplumun birbirine “düşman” olacağı bir başka savaşın içine düşmenin akıllıca olmadığını anlatmalılar.
Erdoğan bütün siyasetçiler gibi “alacağı oy” konusunda çok hassas olan biri, onun oylarının azalacağını fark etmesini sağlamak, onu sözle etkilemeye çalışmaktan daha çabuk sonuç verir.
Onun için de Erdoğan’ın tabanı sayılan muhafazakârlara, dindarlara büyük bir rol düşüyor.
Eğer “muhafazakârlar” Erdoğan’a etkili bir biçimde “yapma” derlerse Başbakan durur, onların oylarını kaybetmekten korkar.
Ortak bir özgürlüğü ve zenginliği paylaşmamızın daha hayırlı olduğuna inanan muhafazakârlar ve dürüst dindarlar, susarlarsa hem kendilerine, hem topluma, hem de Erdoğan’a kötülük ederler bence.
Tercihte bir paylarının olmasını istiyorlarsa konuşmanın tam zamanı.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.