Barış sürecinin şu ana kadar ciddi bir engele takılmadan ilerlemesinde, başta Öcalan olmak üzere, Kürt tarafının bütün siyasi aktörlerinin gösterdiği olağanüstü yolaçıcı, kolaylaştırıcı ve esnek politikanın çok önemli bir rol oynadığını görmemiz gerekiyor. Bu politikanın temel dayanağı, hiç kuşku yok ki, sürece dahil olan tüm Kürt siyasi aktörlerini Abdullah Öcalan’a bağlayan sonsuz güven duygusudur. Bu duygu, Kandil’de yapılan basın toplantısında gazetecilere mealen şu unutulmaz cümle ile ifade edilmiştir: “Biz devlete güvenen Sayın Öcalan’a güvenerek çekiliyoruz”. Arkasındaki olası örtülü anlamları şimdilik bir tarafa bırakarak, bunun dünyada pek az örgüt liderine nasip olmuş bir bağlılık ifadesi olduğunu söyleyebiliriz.
Öcalan
Son günlere kadar, hemen tamamı tecrit koşallarında geçen 14 yıldan sonra, bir siyasi liderin, sadece örgütünün değil, halkının en aktif ve bilinçli kesiminin de iradesini tam anlamıyla temsil etme gücüne sahip olması emsaline kolay rastlanamayacak bir fenomendir.
Öcalan bu koşullar altındayken, bölge dinamiklerinin sağladığı avantajları, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın gönlünde yatan “ecdat mirası” bölge liderliği tasavvurlarının, izledikleri Suriye politikası sonucu gelip dayandığı çıkışı belirsiz patikayı, her iki halkın acılara dayanma gücünün tükenmekte olduğunu ve daha birçok şeyi görerek yaptığı hamle az rastlanır bir siyasi öngörü eseridir. Bu güç yoğunlaşması ve stratejik öngörünün yanında Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü için inşa ettiği teorik modelin temelinde “çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü demokrasi”nin bütün ana unsurları mevcuttur. Yönetim mekanizması her kademede esas olarak “meclis”lere dayanır:
“Çeşitli düzeylerde atamayla değil, seçimle başa gelen yöneticilerle işler görülür. Asıl olan meclisli, tartışmalı karar yeteneğidir. Genel merkezi koordinasyon kurulundan (meclis, komisyon, kongre) yerel kurullara kadar her grup ve kültürün bünyesine uygun, çok yapılı, farklılıklar içinde birlik arayan kurullar demetiyle toplumsal işlerin demokratik yönetimi ve denetimi gerçekleştirilir” (A.Öcalan, 2009, Özgürlük Sosyolojisi, Aram Yayınları, s. 235-236).
Barış süreci başarıyla sonuçlanır, Kürt sorununun çözümünde anahtar öneme sahip demokratik talepler karşılanırsa, meçhul bir gelecekte Öcalan, belki de Kürt siyasi hareketinin fiili lideri olacaktır. Bu satırlar, onu mutlak iktidar yozlaşmasına karşı korumak üzere herhalde anımsanacaktır. Esasen Kürt siyasi hareketinin bütününde gözlenen cinsiyetçiliği aşma kararlılığına sahip iç demokrasi bunun teminatıdır.
Erdoğan
Temsil ettiği siyaset kültürü içinde inkar edilemez bir karizmaya sahip olan Başbakan R.T.Erdoğan’ın, “baldıran” söylemiyle ifade ettiği siyasi riskleri göze alması elbette önemlidir. Ancak Başbakan ve danışmanları bu riskin zannedildiği kadar büyük olmadığını ve silahların sustuğu andan itibaren düşmeye başlayacağını kamuoyu yoklamalarıyla çoktan farketmiş olduğunu unutmayalım. Bu ihtiyatlılık kuşkusuz atılan adımın değerini düşürmediği gibi siyasi maceracılıktan uzak durmanın da delili sayılmalıdır.
Muhalefetin zaman zaman her türlü ölçüyü aşan provokasyonlarına karşın, Başbakan’ın, PKK gerillalarının herhangi bir yasal kovuşturmaya tabi tutulmadan, silahlı ya da silahsız olarak sınırdışına çekilmesinde, hükümet adına sorumluluğu yüklenmesi takdire şayan bir kararlılık örneğidir.
Kandil’de yapılan son açıklamayla, 8 Mayıs günü başlayacak geri çekilme süreciyle ilgili güvenlik taleplerinin hiçbiri karşılanmamış olsa da, öyle görünüyor ki çekilme en hızlı şekilde gerçekleşecektir. Medyaya yansıdığı kadarıyla, daha şimdiden bazı ordu birlikleri sınırdan içerlere doğru hareketleniyor, korucular sınıra yakın nöbet noktalarını terkediyor.
Böylece, barış sürecinin akamete uğramadan yürüyebileceğine dair güven duygusu kuvvetlenirken, “akil insanlar” heyetinin gözlemleri de, malum çevrelerin provokasyon çabalarına karşın, genel kamuoyunun sürece olumlu yaklaştığını gösteriyor.
Öte yandan dünya kamuoyu da bu gelişmeleri büyük bir dikkatle izliyor. Bölgeye yönelik uluslararası çıkar ilişkilerinin süzgecinden geçerek de olsa, iki siyasi aktörün çabaları büyük bir takdirle karşılanıyor, hatta sürecin başarıya ulaşması halinde R.T.Erdoğan ve A.Öcalan’ın önümüzdeki yılın Nobel Barış Ödülü sahibi olacaklarından söz ediliyor.
Başkanlıkta ısrar
Gelin görün ki, ülkesinin barışa ve huzura kavuşmasında belirleyici rol oynamış, bunun için dünya ölçeğinde onurlandırılmış bir cumhurbaşkanı olarak 2014’de Çankaya’ya çıkmak, Başbakan R.T.Erdoğan’ın kişisel beklentilerini karşılamaya yetmiyor. Ne olursa olsun, oraya “başkan”, “yarı başkan” ya da olağanüstü yetkilerle donatılmış “partili cumhurbaşkanı” olarak çıkmak istiyor.
Siyasal olaylar, ön plandaki aktörlerin kişilik özelliklerinden ve beslendikleri kültürden soyutlanarak değerlendirilemez. Bu güne kadar bu konuda dile getirmeye çalıştığım endişelerim (Çalış senin de olur, Özgür Gündem, 19/04-2013), Başbakan R.T.Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta AKP Kızılcahamam kampında il ve ilçe başkanlarına hitaben yaptığı konuşmadan sonra daha da artmış oldu. Söylentilerin aksine bu konuda geri adım atmaya hiç niyetli olmadığı anlaşılıyor:
“Bu (başkanlık sistemi) bize yabancı bir anlayış değil. Bunun benzerini Osmanlı yaşamış, dünyada en gelişmiş ülkeler bu başkanlık sistemini yaşıyor. Amerika, Rusya... (...) Ak Parti’nin kendi oy tabanı başkanlık sistemini desteklemeli. Bunun için çalışmalısınız. (...) Kanal İstanbul’la ilgili birileri gelip bize akıl veriyor ‘bu yanlış’ diye. Ya arkadaş sen aklını kendine sakla. (...) Taksim Gezi Alanı dedik hemen karşı çıktılar.
Topçu Kışlası’nı yeniden yapacağız dedik, başta ana muhalefet, karşı çıktılar. Ben de ‘reddinize ret’ dedim ve sonra retlerine ret çıktı. Yahu denizin kenarında üç beş çanak çömlek, üç beş çatal bıçak bulunmuş, onu koruyorsun da bu tarihi binayı neden korumuyorsun? O zaman ne dedik, ‘olacak’ dedik, şimdi oluyor.”
Başbakan’ın konuşması sayıları 1000’i aşan il ve ilçe başkanları tarafından ayakta alkışlanıyor. Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na tanınan sürenin dolmak üzere olduğu şu günlerde, Başbakan’a yakın kadrolar harıl harıl “başkanlık sistemi”ne giden en kestirme yolu (kısa geçiş dönemi anayasası) bulma çabası içinde.
12 Eylül dönemindeki “aydınlar dilekçesi” davasında yaptığım savunmada, idam edilen gençler için “Asmayıp da besleyelim mi?” diyen Cumhurbaşkanı Kenan Evren için “Bu sözlerin sahibi ile, değil aynı ülkede, aynı çağda yaşamaktan bile utanç duyuyorum” demiştim.
Olup bitenleri hafife alanları, barış ortamının sağladığı demokratik mücadele olanaklarıyla, İstanbul’un tarihini 8000 yıl geriye götüren o eşsiz buluntuları, “üç beş çanak çömlek” diye niteleyen bu sözlerin sahibinin olağanüstü yetkilerle donatılmış “başkan” olarak Çankaya’ya çıkmasını engellemek için çaba göstermeye çağırıyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.