Mısır’daki darbe, Müslüman Kardeşler (İhvan) üzerinden İslam-demokrasi tartışmasını da bir daha gündeme getirdi.
İhvan ile AK Parti arasında paralellikler kurup, laik-dindar kutuplaşması zemini arayanlar Mısır üzerinden yeni bir cephe açmaya çalışıyorlar. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun meydanlarında, Rabia Meydanı’ndaki demokrasiye sahip çıkma nöbeti devralınınca bundan rahatsız oldular. Selden kütük kapmaya, durumdan vazife çıkarmaya çalışıyorlar. Aslında darbe ve darbecilerin çocuk, kadın demeden sivilleri hedef gözeterek katletmeleri ve katliamlar karşısında, “insanlık ölmüş” dedirten Birleşmiş Milletler’in sessizliği, sorgulanmalıydı. Batılı yönetimlerin demokrasi konusundaki çifte standardı, ikiyüzlülüğü sorgulanmalıydı. Bunun yerine birileri, Türkiye’deki destek gösterilerinden hareketle bildik “laiklik tehlikede” tellallığına soyunuyor.
Onlara bu fırsatı verenler de yok değil. Geçen hafta İstanbul Fatih Camii’nde Hizbu’t-Tahrir’ci bir avuç insan; “Kahrolsun Sisi, Kahrolsun demokrasi, geliyor hilafetin sesi” pankartı açtılar. Hizbu’t-Tahrir’ciler, “laik kesim”i tahrik ve provoke eden bu çıkışlarını her fırsatta yapıyorlar. 2005 Eylül’ünün ilk cumasında da yine Fatih Camii avlusunda, “Ya demokrasi ile zillet, ya hilafet ile izzet…” pankartı açmışlardı. 28 Şubat sürecinde, Refah-Yol hükümetini devirmek için Aczimendi, Fadime Şahin, Ali Kalkancı mizansenleriyle yapılan şeriat-hilafet kışkırtmalarını da unutmuş değiliz.
Hizbu’t-Tahrir (Türkçesi: Kurtuluş Partisi), bir İslamî kuruluş. Sadece İslam ülkelerini değil, bütün dünyayı bir hilafet altında bütünleştirmek için çalıştıklarını söylüyorlar. Kuruluşlarından beri de terörü reddediyorlar. Şiddete, teröre, kin ve nefret söylemine başvurmadıkları sürece kimseye denecek bir şey yok. Ancak şu hilafet meselesi üzerinde durmak lazım.
Mısır’daki darbenin, katliamların anlattığı acı gerçeklerden biri, İslam coğrafyasının hal-i pür melali, acziyeti, perişanlığıdır. Mısır’daki darbecilere arka çıkan Suudi Arabistan’dan, Birleşik Arap Emirliği’nden, Ürdün’den, Kuveyt’ten tutun, tıpkı ABD gibi, AB gibi katliam karşısında sessiz kalan ve bir sürü bahane bulan bir İslam İşbirliği Teşkilatı var. Böyle bir coğrafyada bırakınız halifeliği, kültürel, ekonomik ve siyasi işbirliği bile bugün hayaldir. Sömürgeciler dün olduğu gibi bugün de böl-parçala-sömür siyaseti güdüyorlar. Sınırlarla oynuyorlar. Küresel terörün kaynağı göstererek, Müslümanları parça parça etmenin peşindeler. Kendi tedbirlerini yeterli bulmayıp, sonunda Müslümanları birbirine kırdırarak bu “tehlike”yi bertaraf etmeye karar verdiler. Şii-Sünni diye birbirine düşürülen Müslümanların bazıları Allahu Ekber diyerek kardeşlerini bombalıyor, kurşunluyor, intihar saldırıları düzenliyor. Böyle bir hengâmede, bu hilafet meselesini ortaya atan, kaşıyan kim diye sorulunca, dönüp süper güçlere bakmak daha isabetli olur. Bizi bir de buradan birbirimize düşürmenin hesabını yaptıklarını görmek çok mu zor?
Evet, Türk dünyasının her sahada karşılıklı güvene dayanan işbirliği, her alandaki dayanışması çok önemlidir. Evet, İslam coğrafyasının bir İslam dünyası olması, daha büyük bir işbirliği ve dayanışma çok önemlidir. Ama bu arzu, başkalarına bağımlı, muhtaç ve içeride bilim ve teknolojiden koparak geri kalmışlık ve tefrikalar varken mümkün olabilir mi? Önce, Müslümanlığı Müslüman gibi yaşamayı gaye edinseydik…