Toplumsal yaşamımızda etkisini görebilmek için, şahsen, "ideoloji"nin kendisinin ne olduğunu anlatan kalıplaşmış belirleme veya soyut analizlerden ziyade "ideolojik kişilik"lerin somut davranışlarına bakılmasından yanayım. Çünkü görülebilir, ölçülebilir davranışlara bakıldığında, "ideoloji"lerin zehirleyerek oluşturdukları "ideolojik kişilik"lerin ne kadar tehlikeli oldukları çok daha iyi anlaşılır.
İsmail Beşikçi Hoca, 2014'de okuduğum bir yazısında, bir anısını anlatırken, cezaevinde kalan Tekoşin Ali adlı hükümlü ve resim öğretmeni olan kız kardeşinden söz eder. Bir kısmını şöyle aktarayım:
"… 1979 yılı sonlarından Eylül 1980 başlarına kadar İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’ndeydim. Bu, Cezaevlerinde, devrimcilerin egemen olduğu bir dönemdi. […]
Tekoşin Ali […] Saf, temiz milli duyguları olan bir arkadaştı. Tekoşin siyasetindendi. Kızkardeşi de Dev-Sol’cuydu. […]
Bu konuda, Kürdlerdeki bir çarpıklıktan da söz etmek gerekir. Tekoşin Ali’nin kız kardeşi resim öğretmeniydi. Ziyaretlerinde, Dev-Sol’a hem para yardımı yapıyor, hem de yiyecek vs. getiriyordu. Aslında, paraya da yardıma da Tekoşin Ali’nin ihtiyacı vardı. Ama Tekoşin Ali’ye yardım da yapmıyordu, ziyaret de yapmıyordu. Halbuki, Dev-Sol’un olanakları bu konuda daha genişti. Sömürge ilişkileri, Kürd toplumunu, insan ilişkilerini böyle çarpıtıyor. Aslında, Kürdistan’ın, sömürge bile olmadığını vurgulamakta yarar var." [1]
Görüldüğü gibi öğretmen hanım, sempatizanı/taraftarı olduğu örgütü kardeşine tercih ediyor. Aynı anne babadan olan, aynı annenin karnında oluşmuş ve dünyaya gelmiş, aynı memelerden süt emmiş, aynı evde büyümüş, aynı ekmeği bölüşmüş, aynı kaptan beslenmiş, kanından, canından olan ve en önemlisi muhtaç durumda olan, yardıma ihtiyacı olan cezaevindeki kardeşine herhangi bir ilgi duymuyor. Aynı cezaevine uğradığı halde, kardeşini ziyaret etmiyor, sormuyor, herhangi bir yiyecek veya para yardımında da bulunmuyor.
Öğretmen hanım, düşünme veya duygu özürlü falan değildir. Üniversite okumuş, öğretmen olmuş, sanatçı olmuş, işte resim öğretmenidir neticede. Yine düşkün, sakat veya yoksun falan da değildir. Cezaevinde bulunan sempatizanı/taraftarı olduğu örgüt üyelerini ziyaret edebiliyor, onlara yiyecek götürüyor, para yardımında bulunuyor. Ama öz kardeşini yok sayıyor, belki de "düşman" olarak görüyordur. Büyük ihtimalle, gözünün önünde kardeşi hakarete uğrasa, örneğin dövülse, işkence görse, ya da hastalansa, belki ölse bile, yine aynı şekilde kardeşine ilgisiz kalacaktır.
İsmail Beşikçi Hoca, bunu, "Sömürge ilişkilerinin, Kürd toplumunda, insan ilişkilerini böyle çarpıttığını" düşünüyor. Elbette "Kürdistan’ın, sömürge bile olmadığı" durumu, "sömürge ilişkileri" Kürt toplumunda, insan ilişkilerini çok tahrip etmiştir. Ama şahsen, sözünü ettiği insani ilişkinin, ideolojik zehirlenmeden, örgütlerin oluşturduğu "ideolojik kişilik"ten kaynaklandığını düşünüyorum.
Genel olarak topluma, özellikle Kürt toplumuna baktığımızda, Dev-Sol sempatizanı/taraftarı olan resim öğretmeni kız kardeş, ve belki Tekoşin örgütünden Ali de, ideolojiyle tanışmadan önce, ideolojik kişilik kazanmadan önce, yine böyle olduklarına inanmak çok zor. Burada, kardeşlik duygusunu, akrabalık hissini ortadan kaldıran, bu önemli insani duyguyu yok eden faktörün, bireyde yerleşmiş "ideolojik kişilik" olduğunu düşünüyorum. Çünkü ideolojik kişilik, "düşünce ya da eylemlerinde objektif değil de, kendi kalıplaşmış ön yargılarına göre davranan, gerçekliği tanımayan, dünyayı yalnızca kendi ideleri ve tasarımlarına göre algılamaktadır. […] İdeolojik kişiliğin en önemli ruhsal karakteristik özelliklerinden bir tanesi, onun başka bir ideolojiyi savunan kimseleri düşman olarak görmesidir." [2] Hatta, hiç bir ideolojiyi savunmayan kimseleri bile "düşman" olarak gören örnekleri hiç de az değildir.
Şunu da söylemeliyim. "İdeoloji" denilince, seküler sol örgütlerdeki doktrinler akla gelir genelde. Ama aslında siyasallaşmış din, bunlardan çok daha katı bir ideolojidir. Yani fundamentalist örgütlerde, sapkın cemaat ve tarikatlarda oluşan "ideolojik kişilik", sol seküler örgütlerdekinden çok daha katı ve acımasızdır.
İsmail Beşikçi Hoca'nın yukarıda anlattığı örnekteki davranışın benzerlerine yaşam içinde her gün bizzat rastlıyorum diyebilirim. Aslında her kes bunu gözlemleyebilir. İster dini ister siyasi örgüt olsun, herhangi bir ideolojinin kapsam alanına girmiş olan bireyde, yukarıda sözü edilen öğretmen hanımın davranışına benzer davranışları görmek, izlemek pekala mümkündür.
Sıradan birey, İdeolojik kapsam alanına girince masumiyetini yitirmekle kalmıyor, çok önemli insani duygularını, örneğin akrabalık, merhamet, vefa ve şükran duygularını da yitiriyor. Yine, İdeolojik saplantının dozajına göre, birey, milli duygularını da yitirebiliyor, böylece örgütünü/ideolojisini milleti/milliyeti yerine ikame ediyor.
Örgütlenmiş ideolojiler ve şekillendirdikleri "ideolojik kişilik", insana, tabiata, canlıların yaşam hakkına, farklı düşüncelere, düşünce beyanlarına saygı gösterme meziyetini de yitiriyor. Dolayısıyla şu an Kürt toplumunda insani ilişkileri zehirleyen, milli duygularda bütünleşmeyi engelleyen, Kürt milletinin ödediği bedelleri heba eden en önemli hastalığın ideolojik kişilikten kaynaklanan davranışlar ve bu yöndeki faaliyetler olduğunu düşünüyorum.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
[1] İsmail Beşikci, Uluslararası Anti-Kürd Nizam ve Yüksek Kürd Bilinci, İsmail Beşikci Vakfı Yayınları, İstanbul, 2014 s. 319-322'de geçen dipnot
[2] Prof. Dr. Ahmet Gürbüz, İdeoloji/İdeolojik Kişilik Olgusunun Olumsuzluğu Üzerine, http://www.zazaki.net/file/analiz.pdf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.