Bazı şeyler mukadderat gibidir, yaşanacaktır. Hüseyin, Muaviye ve oğlu Yezid’in elinde İslam’ın güç ve egemenlik ihtiraslarının aracı hâline getirilmiş olmasına, çürütülmesine biat etmedi, edemezdi. Olan ile olması gereken arasında her zaman insanın karşısına çıkması mümkün çelişki, hep bir “mukadderat” olarak çıkmaz karşınıza, ama bu, bazen bir olmak ya da olmamak keskinliğinde karar vermek gücü gerektirir. Bu bir “Hüseynî duruş” sınavıdır. O çelişkiyi uzun süre taşıyamaz, kendi kararsızlığınızda, her canlının doğal yazgısı “yaşamak” güdünüze kurban edemezsiniz. Adınız Hüseyin ise, varlığınızda insan olmanın, imam olmanın en güzel erdemleri soluk alıp veriyorsa, başka türlü davranamazsınız; bilirsiniz, üzerine üzerine gittiğiniz, ölümdür, insanlığın gördüğü, göreceği en büyük alçaklıktır, vahşettir, ama o yol, insanlık değerleri yaşasın diye önünüze çıkmış bir yoldur, yürüyeceksiniz...
Bazı şeyler mukadderattır, yaşanacaktır. Ne Hüseyin olmak ve ne de onun yoldaşı olmak kolaydır. Onun kararına, yoluna ve yürüyüşüne, kötülüğün görünür gücünün olanca ihtişamına rağmen, ortak olmak, yoldaş olmak, bir büyük dava bilincidir. Bakmayın sözcüğün düşürüldüğü hâllere, yoldaşlık, insan olmanın en güzel, en erdemli, en yürekli hâlidir; yol’a dairdir ve o yol da, zalimlere karşı insanlığı savunmaya dair bir destansı yürüyüş ise eğer... Ve yoldaş olmak, Zeynep’te bulmuştur en soylu anlamını. Zeynep, İmam Hüseyin’in kardeşi değildir sadece; onun parçalanmış bedeninde çiğnenmek istenen davasının dirilişi ve direnişidir.
Mukadderattır, zordur bazen... Sözcüklerin anlatamadığı bir katliama tanıklık etmişsiniz ve kaderiniz, yaşamak ve bu acıyı yüreklice taşımak ise, Zeynep olacaksınız... Hicabına el uzatılmıştır, dimdik duracaksınız. Zincirlere bağlanacak ve korku imparatorluğuna boyun eğmiş olmanın zavallılığıyla insanlığı can çekişenlerin önüne atılacaksınız, bir yenilgi timsali olmanız istenecek, teslim olmayacaksınız. Zindanlara atılacaksınız, sizi Kerbela’nın daha ötesi varmış gibi olmadık işkence ve eziyetle biat ettirmek isteyecekler, boyun eğmeyeceksiniz. Sadece Kerbela olacak dilinizde; susmayacaksınız. Kerbela, bir Hüseynî duruş ve Zeynebî yoldaşlık ve direniş destanıdır. Birbirinden kopartılamaz iki değer. Hüseynî duruşu bir miras olarak taşıyan, bizlere ulaştıran, susturulamayan, boyun eğdirilemeyen Zeynep’tir çünkü...
Kerbela, unutulur bazen, Yezid’in namlı komutanlarından Hûr’dur biraz da. O Hûr ki, İmam ve onun varlığına kenetlenmiş içlerinde kadın ve çocukların bulunduğu 71 kişiye teslim olmuştur ordusunu bırakıp. Hüseyin’in taş olanı ayağa kaldıracak hitabının karşılığıdır. Kendini en güçlü ve en muktedir zannedenin bağrındaki isyandır.
Ve unutmaya çalışmak nafiledir; Kerbela 10 Muharrem 61 yılında durdurmuştur zamanı. Bu, herhangi bir tarih değildir; nice kutlu olay bu güne ve tarihe mal edilir. “Kutlamalar” yapılır, kutlama niyetine “aşure” kaynatılır; Aleviler yas tutarken. Alevilerin niçin aşure kaynattığını da bilmez çoğu kişi. Ve Yezid’e lanet okuyan siyasilere bakıyorum, kimsenin niyetini sorgulamıyorum, lanet okuyor ve Kerbela’yı bir “haydut sürüsünün katliamı” olarak biliyor, anlatıyorlar. Cahil diyeceğim, ama İslam tarihini hatmetmişler; çarpıtıyorlar diyeceğim, sözkonusu olan 1333 yıllık bir hakikattir... Bir de “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse...” diye başlayan cümleler kuruyorlar empati niyetine, acı veriyorlar... Kerbela, Emevi İslam’ının gerçeğidir. Sünni canlar bu gerçekle yüzleşebildikleri ölçüde Kerbela ve Aleviliği anlayabilirler.
Bazı şeyler mukadderat gibidir. Yaşanacaktır. Ve yaşamak dediğimiz, bir Hüseynî duruş ve Zeynebî direniş mirasıdır bize. Hissederek anlaşılabilir. Ve anlamak, yol’un erdemine ulaşmak gayretinde bulur değerini. Kerbela, yas değildir sadece; Hakk’ın sırrına ermeye dair muhasebe zamanıdır Alevilerin. İbadettir. Söz ve sözleşmedir...
Yaraların bizde kanıyor ya Şah-ı Şehid İmam Hüseyin...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.