Dün ideolojiden, “Türk-İslâm Sentezi”nden dem vurmuştum. Bugün de oradan devam edeceğim.
Erdoğan hükümeti 2002’de “İslâm -Batı Sentezi” denebilir bir pozisyona daha yakın durarak işe başlamıştı. 2002’den bu yana, yurt içinde ve dışında AKP’ye karşı alınan düşmanca tavırların dökümünü yapmak, AKP’nin ve Erdoğan’ın bugün geldikleri yeri anlamak için yararlı olabilir. Ama bu sanırım başka bir yazının konusu. Nasıl gelindiğini değil, nereye gelindiğini konuşmak istiyorum, bu yazıda.
Dünkü yazıda Erdoğan’ın da topluma (ve “karşı cephe”ye) bir çeşit Türk-İslâm Sentezi” sunduğunu söyleyerek yazıyı bitirmiştim. Aslında 2002’den beri devam eden gerginliği gidermese de yumuşatacak bir “barış çubuğu”nun gerekliliğine, yararına, ben de inanıyorum. Ama üzerinde uzlaşılacak bu nokta, “Türk-İslâm Sentezi” veya onun biraz daha yeni bir yorumu olamaz. Çünkü, “gelin, bu noktada buluşalım” demek, “gelin, aramızdaki kavgayı bitirelim de, birlikte, başkalarını pataklamaya çıkalım” demekle eşanlamlı. Şu anda Erdoğan’ın benimsediği ve dört bir yöne çevirerek kullandığı üslûp bir kavga üslûbu. Gerek “Türk”, gerekse “İslâm” başlığı altında biçimlenebilir bir kimliğin en dışlayıcı olanını temsil eden bir üslûpla konuşuyor. Türk olarak, öldürülen Kürt gencine üzülmeyi bir “suç” sayacak ölçüde katı ve dışlayıcı bir Türk; Müslüman olarak, Müslüman olmayan dünyaya karşı gitgide “zenofobik” bir tavır alırken İslâm içinde dahi, örneğin Alevi hakları konusunda gene dışlayıcı bir Müslüman. Böyle bir Türk ve böyle bir Müslüman’ı hemen “öteki”leştirmeye hazır; son kertede, din ve ulusal köken de bir yana, kendi gibi düşünmeyen herkesi “düşman” ilân eden bir tavır.
Bununla birlik dirlik, hiçbir şey olmaz.
Böyle tanımlanan “Türk” ve böyle tanımlanan “Müslüman” kimliklerinde olmayan şeye ihtiyacımız var. Bu toplumun üzerinde birleşmesi gereken nokta da bu: yani, hümanist bir kültür. “Teorik hümanizm”den, “yabancılaşma teorisi”nden söz etmiyorum. “İnsancıllık” demek istiyorum; “insan sevgisi” falan da demiyorum; sevmediğiniz kişi karşısında da “insancıl” olabilirsiniz ve olmalısınız.
“Biz” kelimesini duyduğunuzda, bundan “insanlık”ı anlamanızı kastediyorum.
Yığınla “biz” olabilir: “biz X liseliler”, “biz doktorlar”, “biz X Kulübü üyeleri”, “biz kadınlar”, “biz Fenerliler”, “biz Masonlar”, “biz Manisalılar”, “biz Egeliler”, “biz Türkiyeliler”, “biz Türkler”, “biz Müslümanlar”, “biz Hanefiler”, “biz Sünniler”...
Konuştuğumuz bağlama, konjonktüre göre bunların ve benzerlerinin herhangi birini kastediyor olabiliriz. Ama bilmeliyiz ki “biz” dendiğinde, bunun varacağı son nokta “biz insanlar”dır. “Biz Türkler” veya “biz Müslümanlar”da biten bir “biz” yoktur, olmamalıdır.
Türkiye’nin modernleşme serüveni başından bugüne kadar, içeriği bir miktar değişebilen, ama dışlayıcılığı değişmeyen bir “biz” anlayışıyla, bir “kimlik”le geldi. Bu kadar yara bere içinde gelmemizin başlıca nedeni de bu.
Bunca yıldır bu topluma eğitim diye “zenofobik paranoya” aşılandı: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok.” Zenofobik paranoya kavramını açıklamak için bu sloganı söylemek yeterli. Her şeyi anlatıyor.
Marazî bir şey bu. Buna inanarak, dünyayı böyle görerek yaşayan bir toplum, ancak patolojik bir toplum olabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.