Çarşamba günü Dolmabahçe toplantısında başbakanın kimi sorular üzerine yaptığı açıklamalar çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair ipuçları taşıyordu.
'Üç nokta'nın altını özellikle çizmek gerek.
İlki şu:
Siyasi iktidar çözüm sürecinde hızlı yol alındığı, henüz 1. aşamanın tamamlandığı kanısında değil. Başbakanın 'sıra sizde, adım atmanız, ikinci aşamaya geçmeniz gerekir, bu konuda ne yapılacak' sorusuna verdiği yanıt tüm gazetelerde yer aldı: 'PKK'lıların henüz yüzde 15'i çekildi, Haziran diyorlardı, şimdi Eylül'den söz ediyorlar…'
Bu açıklama sadece sürecin işleyiş hızı, bu konuda örgütün sorumluluğuyla ilgili iktidar tespitlerine ilişkin fikir vermekle kalmıyor. Aynı zamanda sürece ve alınan yola rağmen ciddi 'güven' sorunlarının devam ettiğini gösteriyor.
Tayyip Erdoğan'ın 'bu 8. anlaşma, bundan önceki 7 anlaşmada da örgüt sözünü tutmadı, bakalım bu kez tutacak mı?' sözleri buna delil olarak kabul edilebilir.
Güven meselesinin bu süreçlerde hayati bir önem taşıdığı, güvensizliğin ise en önemli sorun olduğu ortada...
PKK tarafı da sıkça, yapılan karakollara, insansız uçaklara işaret ederek, kendileri açısında da ciddi güven sorunu bulunduğu ifade etmiyor mu?
Güven meselesinin aşılması ya da güvensizlik halinin kabul edilebilir bir noktaya gelmesi için belli ki, hala zamana ve birinci aşamanın karşılıklı pürüzlerinin giderilerek, gerçek anlamıyla tamamlanmasına ihtiyaç var.
Ancak bu konuda heveslerin kırılmasına da gerek yok.
Zira güven meselesine vurgu yapsalar da, konuyla ilgili bir çok bürokrat ve bakan, özellikle 'kararlılık ve diyaloğun sürdüğünü, esas meselenin bu olduğunu belirtmekten geri kalmıyorlar.
Kürt cephesi de, çıtayı yukarı çekmek, süreci hızlandırmak çabalarına rağmen, bu konuda benzer bir hassasiyet taşıyor.
İkinci nokta siyasi iktidarın çözüm sürecinde atacağı adımları her tür pazarlık görüntüsünün dışında tutmak arzusuyla ilgili.
Bu arzu öylesine keskin ki, barış sürecine ilişkin yeni bir dil ve yeni bir siyasi mantık üretilmesinin önüne geçiyor. Siyasi iktidar barış sürecini bu sınırlar yüzünden 'terörle mücadele' kavramının ötesine geçerek tanımlayamıyor.
Başbakanın Akil İnsanlar Heyeti önünde dahi bu tavrından taviz vermediği ve bunun heyet üzerinde enerji düşüren, bir miktar düş kırıklığı oluşturan bir etki yaptığı söylenebilir.
Nitekim Başbakanın karakollar, barajlar, insansız uçaklarla ilgili açıklamaları kendi içinde makul olmakla birlikte, ton olarak barış süreci göndermesinden oldukça uzaktı.
Bu durum hem iktidar açısından bir veri ya da baskı, hem bu sürecin sağlıklı yürümesi açısından bir sorun oluşturmayı sürdürecek gibi görünüyor.
Üçüncü noktaya gelince…
Pek çok gelişme, açıklama, Başbakanın Çarşamba günü yaptığı çıkışlar, barış sürecinin siyasi iktidar açısından 'PKK'nın çekilmesi, silahsız bir ortamın oluşması ve siyasi alanın genişlemesi' üçlüsüne dayandığı bir kez daha teyit ediyor.
Tayyip Erdoğan'ın yüzde 10'luk seçim barajı konusunda hiç bir değişiklik olmayacağını, bunun müzakere konusu edilemeyeceğini vurgulaması, gazetelerde yer alan BDP yöneticilerinin vurguladığı yeni paket haberlerinin doğru olmadığını söylemesi bu çerçevede karşımıza çıkıyor.
Barajın düşürülmesi, özerklik gibi düzenlemeler bu süreçte hükümetin gündeminde yer almıyor.
Buna karşılık özgürlük, örgütlenme, siyaset alanının genişlemesi genel bir taşıyıcı olacağa benziyor.
Nitekim bir yetkili pek çok yasa düzenlemesi hazırlandığını, bunların çözüm sürecini rahatlatacağını (muhtemelen TKC değişiklikleri, KCK tutuklulukları meselesi ve benzeri konular,) ancak her adımın genel bir demokratikleşme çerçevesinde atılacağını, son AK Parti Kongresi'nde alınan kararlar istikametinde yol alındığını söylüyordu.
Tablo budur…
Ne koşmaya gerek var ne düşmeye…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.