• BIST 9469.73
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 14 °C
  • Ankara 13 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 3 °C

Hukuk, adaleti sağlar mı?

Etyen Mahçupyan

Batı demokrasisinin normlarına kendine adapte etme ve hukuk devletini yerleştirme gayreti her ülkede olumlu bir çaba, en azından doğru yönde bir niyet belirtisi olarak okunmalı.

Bazı aydınlar bunu haklı olarak çok önemsiyorlar. Ama ‘hukuk devleti’ üzerinden siyasi sonuç alma isteklerinin gerçekçi olmadığını, dahası bu tutumun kendilerini siyasete yabancılaştırdığını fark etmiyorlar. Hukukun siyaset üstü bir belirleyici değer olarak ele alınması o kadar rahatlatıcı ve kolaycı bir beklenti ki, toplumsal talep ve tercihleri önemli olmaktan çıkarabiliyor, ya da en azından ikincil kılabiliyor. Sanki ortada bütün toplumların zaman ve mekandan bağımsız olarak uyması gereken apaçık doğrular bulunmakta. Siyasetçiden beklenen de o doğruların bir an önce ve bazen halkın sesine kulak vermeden hayata geçirmesi.

Ne var ki günümüzün batı dünyasında genel geçer olan hukuk normlarına ‘evrensel’ diyerek siyasetin etrafından dolaşmak mümkün değil. Siyaset denen şey bir arada yaşama iradesi gösteren bir grup insanın nasıl yaşayacağına ilişkin kuralların düzenlenmesini ima ediyor. Bu insanların nasıl yaşamak istedikleri tamamen kendi meseleleri olduğuna göre, herkese şamil kurallar ancak bir referans olarak anlamlı olacaktır. Toplumun bunları bilmesi, iyi uygulamaların farkında olması öğretici ve yönlendirici olabilir. Ama hiçbir toplumdan bunları kategorik olarak uygulaması beklenemez. Dolayısıyla eğer bir ülkede ‘hukuk devletinin’ yerleşmesini isteyenler varsa, bu kişilerin hükümetleri hukuk devletinin kurallarını uygulamaya davet etmenin ötesinde siyaset yapmaları, yani toplumu bu kuralların doğruluğuna inandırmak üzere çalışmaları beklenir. Eğer söz konusu kuralları tekrarlamanız ve iktidarı kendinizce haklı nedenlerle eleştirmeniz sonuçta hukuk devleti ilkelerine uymayan iktidarın aldığı toplumsal desteği etkilemiyorsa, oturup düşünmeniz gerekir…

Çünkü karşımızda herhalde sadece üç ihtimal bulunmaktadır: Ya bu toplum hukuk devleti ilkelerini henüz bilmeyecek kadar cahildir, ya bu ilkeleri önemsemeyecek kadar yozlaşmıştır, ya da hukuk devletini onlara anlatıp duranları gayrı samimi bulmaktadır. Görünen o ki Türkiye’de durum esas olarak üçüncüsü… Bunun basit bir nedeni var: Topluma yönelik herhangi bir etkileme çabasında ‘hukuku’ öne sürmek içi boş bir önerme yapmanın ötesine geçemiyor. Çünkü hukuk her zaman ‘birileri’ tarafından yapılır ve sürekli değişir. Dolayısıyla toplumsal gerilimlerde hukuk bir kriter olamaz. Aranan kriter ‘adalettir’ ve hukuk adil olduğu ölçüde anlamlı bir norm olacak, yani birlikte yaşama iradesini temsil edebilecektir.

Bu nedenle hukuk vazeden aydınların ne kadar adil oldukları toplumsal algı açısından temel bir meseledir. Adil olmanın ise gerçekten ‘evrensel’ bir önkoşulu var: Gerçekliğin tümüne bakmak, baktığın şeye mesafe almak ve gördüğünü aynen söylemek. Örneğin bir tarafın yanlışına işaret ederken başka bir tarafınkini unutmamak, hele kendi yanlışlarına hiçbir zaman göz kapamamak… Aksi halde sizi duyanın size güvenmesi ve inanması için bir neden kalmaz. Adil olmayan ama hukuku yardıma çağırıp duran bir anlayış, ‘ötekiler’ nezdinde kaçınılmaz olarak meşruiyet zaafı içerir.

Mesele hiçbir hukukun ontolojik olarak, yani kendi tıynetinden hareketle adil olamayacağıdır. Hiçbir hukuk sistemi kendi başına, kendi içsel normlarından hareketle adaleti sağlayamaz. Ancak önce birileri adaletin normlarını ortaya koyduğu takdirde hukuk ona göre şekillenebilir ve kendisinden beklenen ideal işlevi yerine getirebilir. Adaletin normları ise beğensek de beğenmesek de daima siyasetin içinde şekillenir. Siyaset adaleti garanti edemez… Ama onu üretecek doğal ve meşru alanı sağlar. Ondan sonrası siyasetçinin ve onu aşan bir şekilde toplumla ‘konuşan’ herkesin ortak sorumluluğudur.

Bu ‘konuşmanın’ etkili olmasının önkoşulu ise samimiyettir. Eğer samimi değilseniz, gizli bir ajandanız varsa, gözlemlerinizi ve değerleri kişisel kızgınlıklarınıza ve hayal kırıklıklarınıza malzeme yapıyorsanız insanlar sizi bu yönünüzle tanırlar. Gerçekliğin tümüne bakma isteksizliğinizi, mesafe almakta zorlanmanızı görürler, adil olma kaygısı taşımadığınıza hükmederler. Bu durumda da ‘hukuk devleti’ diye çırpınmanız bir işe yaramaz… Çünkü o kavramı bizzat kendiniz araçsallaştırmış durumdasınızdır. Bu gerçekten dramatik bir durumdur, çünkü hukukun siyaseti ikame edebilmesi ancak otoriter bir rejimde mümkündür ve maalesef toplum hukuk devleti savunusunu giderek bu yönde algılamaya başlayabilir.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89