Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki yapay sınırlarla ilgili bir vizyonu olduğu bilinir.
Bundan yaklaşık iki yıl önce temmuzun son günlerinden birinde gazetelerin Ankara temsilcilerine iftar vermiş ve bu vesileyle Suriye krizi hakkında yaptığı uzun konuşmada Türkiye’ninkiler dahil Ortadoğu sınırlarının yanlışlığından bahsederken, başrollerini Kemal Sunal ve Metin Akpınar’ın paylaştıkları 1999 tarihli “Propaganda” filmini örnek vermişti. Propaganda’da güneydoğudaki hayali Hisli Hisar kasabasının tam ortasından geçen sınırın hayatları nasıl böldüğü mizah yoluyla eleştirilir.
Davutoğlu o iftar yemeğinde yanlış sınırlar hakkında şunları söylemişti:
“Sınırları propaganda filmine benzetiyorum. Kamışlı ve Musul birbirine ayrı düşer. Yanlış örülmüş duvarlar o sınırları belirlemiş. Saygı duyalım ama AB’deki sınırlar gibi önemsiz kılalım. Ekonomik ve kültürel sınırlar doğallaşmalı. (...) Ortadoğu puzzle’ını öyle bir çizelim ki daha küçük ölçeklere bölünmek değil de daha büyük ölçeklerde bir araya gelelim” (Kaynak: Fikret Bila’nın 31 Temmuz 2012 tarihli yazısı).
Davutoğlu’nun “Kamışlı ve Musul’un ayrı düştüğü” şeklindeki vurgusu, Osmanlı coğrafyasının parçalanmasından duyulan bir üzüntünün ifadesi olarak da okunabilir. Günümüzün gerçekleri açısından ise Kamışlı ve Musul’un birbirinden ayrılığı, Suriye ve Irak’ın arasından geçen o “yapay sınırı” işaret eder.
Davutoğlu düşüncesine göre önemsizleştirilmesi gereken, Büyük Britanya ve Fransa arasındaki 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasının ruhuna göre çizilmiş işte bu sınırlardır.
Davutoğlu’nun iftar konuşmasından iki yıl sonra, söz konusu “yapay sınırlar”daki fiili durum nedir, bir bakalım.
Türkiye’nin Suriye ile olan 877 kilometrelik sınırının güney tarafı El Kaide kökenli Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Suriyeli İslamcı muhalif örgütler ve PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD’nin, velhasıl devlet olmayan aktörlerin denetiminde.
Baas rejiminin kontrolü ise çok sınırlı ve izole durumda. Dokuz sınır kapısından sadece ikisi, Keseb ve Kamışlı rejim güçlerinin elinde.
Türkiye, 331 kilometrelik Irak sınırı boyunca aslında fiili Kürt devletiyle komşu ama o bölgede de PKK güçlerinin varlığı söz konusu.
IŞİD, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Hükümeti topraklarının batısı ve güneyindeki, Musul merkezli Sünni Arap bölgesini kontrolü altına alarak Irak ve Suriye arasındaki yapay sınırı, Davutoğlu’nun kulakları çınlasın, “önemsizleştirdi”.
IŞİD, Irak’tan başlayıp Fırat havzası boyunca Suriye içinde kuzey batıya doğru uzanarak Carablus (Karkamış) sınır kapısında son bulan bir Sünni Arap aksını kontrol altında tutuyor. Böylece, yine Davutoğlu’nun kulakları çınlasın, ekonomik değilse bile kültürel sınırlar doğallaşıyor ve büyük ölçeği Sünnilik olan bir birleşme, El Kaide familyasından IŞİD cihatçıları vasıtasıyla sağlanmış oluyor.
Herhalde Davutoğlu bu ölçekteki bir araya gelişin kamu otoritesi altında barışçıl bir şekilde vuku bulmasını isterdi.
Oysa şimdi IŞİD’e kısmet olmuş bir İslamcı ütopya, bu cihatçılar haricindeki herkes için zalim ve vahşi bir “distopya”ya dönüşerek bölge ve dünyanın güvenliğini tehdit ediyor.
Ölçeklerini iyice büyüten cihatçılar bu arada bir de hilafet ilan ederek tüy diktiler.
Davutoğlu 28 Haziran’da “Şu anda büyük bir kriz kapımızda ve biz komşular olarak bundan etkileniyoruz (...) Irak ve Suriye girift bir biçimde birbirine bağlanmış durumda” demişti.
Krizin acil çözüm gerektiren boyutu, uygulanan sansür nedeniyle üzerinde yazıp konuşamadığımız rehine krizidir. Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nda IŞİD tarafından rehin alınan Başkonsolos Öztürk Yılmaz ve 47 vatandaşımızın 26 gündür esaret altında olduğunu anımsatalım.
Kriz aslında kapımızda değil; güvenliği kasıtlı olarak ihmal edilen kanunsuz hudutlarımızdan geçip bir larva halinde içimize yerleşeli çok oluyor. Yarın devam edeceğim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.