Bundan 20 yıl önce vahşi bir katliam yaşandı. Ermeni birlikleri Hocalı'yı işgal ederken kaçan Azeri askerleri ve sivil halkı katletmişlerdi.
106'sı kadın ve 83'ü çocuk olmak üzere 613 kişi öldürüldü. Uluslararası camia katliamı teyit etti.
Ve bu katliam insanlık belliğinde yerini aldı.
Azeriler ve Türkler Hocalı'yı doğal olarak her 27 Şubat'ta ve her fırsatta acıyla andılar ve anıyorlar.
Açıklama ve çağrılar iki gün önce, 27 Şubat günü İstanbul'da Taksim Meydanı'nda insanların böyle bir anma için toplanacağını söylüyordu. Toplandılar...
Hocalı'yı anma niyetiyle gelenler ve ananlar dışında, Taksim Meydanı'nda başka bir hesap vardı ve başka bir zihniyet boy gösterdi...
"Biz ve onlar ayrımı"nı, kaba ve dışlayıcı milliyetçiliği şiar edinen, günlerdir yazılarımızda işaret ettiğimiz bu zihniyet ve niyeti o meydanda aldığı şekli, dün Hasan Cemal yazısında şöyle resmetmişti:
"Sloganlar: 'Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz! Bozkurtlar burada, Hrantlar nerede? Bugün Taksim, yarın Erivan; bir gece ansızın gelebiliriz!' Gazete haberleri: 'Hrant'ın katilleri lehine sloganlar atıldı. Beyaz bereliler Agos'a yürümek istedi' Ve İçişleri Bakanı meydanda: 'O kanın hesabı sorulacaktır!"
Size utanç vermiyor mu bu durum?
Fazlasını vermeli...
Bu ülkede bazı meselelerin üzerinde neden örtü olduğunu anlatmıyor mu?
Fazlasıyla anlatmalı...
Zihniyetler değişmeden, demokratlar oluşmadan demokrasiye geçişin tam olmayacağını, göstermiyor mu?
Fazlasıyla göstermeli...
Bu koşullarda Hrant Dink'in Agos Gazetesi talan edilip, basılmadığı, 6-7 Eylül benzeri bir olay yaşanmadığı için Türkiye şanslıdır.
6-7 Eylül'ü akla getiren pek çok şey var...
Örneğin, tedbir mevkiindeki bir bakan, Bir anda Tan Matbaası baskınına dönebilecek bir mitingde "amigo" gibi davranabilen bir İçişleri Bakanı...
Diyor ki:
"Hocalı katliamı bize bizden başka dost olmadığını öğretmiştir. Bugün Türk milletinin sadece ve öncelikle tek dostunun kendisi olduğunu öğrendik, Türk milleti yaşadıkça o kanın hesabı yapılacak ve hesabı sorulacaktır..."
Ahmet İnsel son yazısında şöyle diyordu:
"Terör örgütünün arka bahçesinin sanat eseri, şiir, roman olabileceğini teşhir etmekle maruf bu şahsın, hükümette yer almasının bir 'marangoz hatası' olduğunu düşünmek mümkün. Ama bunun sadece hata olmadığı, ürünün niteliklerinden birini oluşturduğu yönünde de epey işaret var. Bugün Ergenekon davasının Veli Küçük ve avanesi türünden sanıkları, yattıkları hücrede, otuz yıl önce hapishanede hayıflanan ülkücüler gibi, 'Fikirlerimiz Taksim'de, biz hapisteyiz' diye herhalde hayıflanmışlardır..."
Noktayı Rober Koptaş'ın Agos'ta yayınlanan mükemmel yazısından bir alıntıyla koyalım:
"Hocalı'da öldürülen masum canlar için acı duymamak elde mi? O fotoğraflardaki parçalanmış bedenlere yürek sızısı duymadan bakabilmek mümkün mü? İster Azeri, ister Kürt, ister Türk olsun, masum insanların katledilmesinden sevinç duymak insanlığa sığar mı?
Ama gelin, eğri oturup doğru konuşalım. Ben diyorum ki, Türkiye'de bugün Hocalı'nın bu kadar büyük bir kampanyayla anılmasının ardında, 1915'in konuşulmasını engellemek, bu konudaki tartışmayı bastırmak ve bu konuda milliyetçi bir yığınak yaparak milliyetçi-ulusalcı söyleme yeni cephaneler sağlamak çabası var. Yok diyebilir misiniz?..."
Rober haksız mı?
Demokrasi sınavı işte burada var, kumpaslarda, karanlık koridorlarda, meydan okumalarda değil...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.