• BIST 9549.89
  • Altın 3005.985
  • Dolar 34.5383
  • Euro 35.9979
  • İstanbul 6 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 1 °C
  • İzmir 9 °C
  • Berlin 10 °C

Hey Hawar!

Abdullah Can

 

Hey hawar! Kapladı ufkumuzu yine rahmetsiz bulutlar, zifiri karanlıklar. Çökmektedir üzerimize yedi kat gökler, boğucu kasvetler. Çöktü ruhlarımıza yine karabasanlar, korkunç kâbuslar. Yağmaktadır başımıza kezzaplı yağmurlar, ateşten toplar. Dağlanıp durmaktadır yine duyarlı vicdanlar, şefkatli sineler. Savrulmaktadır yine geleceğe dair umutlar, intizar edilen parlak gelecekler. Ve uzaklaşmaktadır bizden hasretle beklenilen güzelim baharlar, nazenin Newrozlar...

Hey hawar! Sardı yine yaylalarımızı tayfun ve boranlar. Düştü bağ ve bahçelerimize hazan ve hüzünler! Gencecik fidanlarımız kurumakta, güllerimiz solmakta, meyvelerimiz heder olmaktadır. Devrilmededir nazenin selviler, fidan boylu “ciwanlar”. Kurumadadır yine meralar, selsebil pınarlar, hayat fışkıran “gözler”, gözeler. Dalmadadır sürülerimize aç kurtlar; sökülmededir obalar, sönmededir “ocaklar”. Zozanlarımız ıssız, otlaklar sürüsüz, çobanlarımız çaresiz kaldı. Hani ya, kardeşlik türküleri söylenecek, zılgıtlar atılacak, horonlar tepinecekti! Heyhat!... Yakım ve yıkıma programlanmış uğursuzlar, hazmedemediler; ruhlarına sinmiş tedhişçiliği zozanlarımıza kadar taşıdılar. Adına “savaş” denilen küresel tedhişi, ülkemin dört bir yanına bulaştırdılar…    

Hey hawar! Umut ektiğimiz topraklarımızda karamsarlık bitiyor. Sevgi tohumlarımızdan nefretler saçılıyor. Kardeşlik adına diktiğimiz filizler, zakkumca meyvelere duruyor. İnsanlığımız, insanî yanlarımız dibe vuruyor. Değerler dünyamız irtifa kaybediyor. Ortak paydalarımız imha oluyor. Manevi bağlarımız kopuyor. Sosyal ilişkilerimiz zehirleniyor. Sılairahimler ortadan kalkıyor. İnsan insana kurt kesiliyor. “Altta kalanın canı çıksın” deniliyor. Kıyıya vuran minik bedenler "ah!" bile dedirtmiyor. Parçalanan masum bedenler gözyaşı döktürtmüyor. Faşizm tavan yaparken, insanın değeri hiçe sayılıyor. Kapitalist-emperyalist vicdanlar(!), yaşamı ve yaşanılan çevreyi kurban ediyor. Ve nihayetinde, ortak yaşam alanlarımız kayboluyor; helaket ve felaketlerin gayyasına sürükleniyor.         

Hey hawar! Kar yağdı yine güvendiğimiz dağlara! O dağlar ki, Hz. Nuh ve gemisine mesken, Hz. Musa’ya tecelligâh, Ashab-ı Kehf’e sığınak, Hz. Peygamber’e uzlet ve vahiy makamı olmuştu. O dağlar ki, ünsiyet, emniyet ve maneviyatın buram buram teneffüs edildiği en mutena mekânlardı. Ve o dağlar, işte görüyorsunuz, onlarda şimdi volkanlar patlamaktadır, kıyametler kopmaktadır; eteklerinde “fidanlar”, kucaklarında “canlar” yanmaktadır. Pınarlar yerine, kanlar akıtmaktadır. En vahimi de, güvendiğimiz dağ gibi adamların ağzından “kan”, “şiddet” ve “intikam” lavları püskürmektedir. Duruşları emniyet, bakışları maneviyat vermiyor artık! Görünen o ki, et ve kemikten dağlarımızdan daha nice kıyametler kopacaktır…

Hey hawar! Sardı evlerimizi yine matem ve şivanlar. Düştü bağrımıza yine yumak yumak ateşler ve dağlamaktadır içimizi “ciğer” acıları… Bir ateş ki, sadece düştüğü yeri yakmıyor; bütün ocakları sarıyor. Ocaklardan yükselen “hawarlar”, yakılan ağıtlar, memleket sathına yayılıyor. Anneler, eli kınalı genç gelinler, henüz kırkını doldurmamış bebeler karalara bürünüyor; karanlıklara gömülüyor. Matemhaneye dönüşen memleket ve derbeder coğrafyamız, dünyanın en büyük “yetimhane”si oluyor. Beri taraftan kalpleri taşlaşmış, şefkat pınarları kurumuş ve bütün insani üniteleri çökmüş “terminatör”ler; tahrikçi ve destekçi odaklar “üç maymun” müsameresinden vazgeçmiyorlar.

Hey hawar! Yaşam kanallarımız tıkanmakta, dayanak noktalarımız yıkılmaktadır. Can damarlarımız kopmakta, cana can katan sevgi, şefkat ve adaletimiz tükenmektedir. İnsanı insan yapan değerler harcanmakta, canavarlaşmanın “insansı” tezahürleri yaşanmaktadır. Tarihsel, sosyolojik ve ahlaki ünitelerimiz çökmekte, kendine yabancılaşan “nevzuhurlar” türemektedir. Tahammül hislerimiz aşınmakta; ret, inkâr ve imhacılık kök salmaktadır. Eşref-i mahlûkat olan “insan”ın yerini, erzel-i mahlûkat olan “canavarlar” almaktadır. “Habiller” öldürülürken, cihan “Kabiller”e terkedilmektedir.     

Hey hawar! Nefesler daralmakta, sineler sıkışmaktadır yine. İçimiz kararmakta, ruhumuz bunalmaktadır. Kalplerimiz katılaşmakta, sevgilerimiz sahteleşmektedir. Birliğimiz bozulmakta, dirliğimiz zail olmaktadır. Sözlerimiz bitmekte, dişlerimiz bilenmektedir. İnsafımız tükenmekte, kılıçlarımız keskinleşmektedir. İfadelerimiz sertleşmekte, dillerimiz zehir saçmaktadır. Yüzümüz somurtmakta, bakışlarımız şahinleşmektedir. Aklımız durmakta, hislerimiz alevlenmektedir. Arabulucularımız azalmakta, kışkırtıcılar çoğalmaktadır. Yapıcılar çekilmekte, yıkıcılar işbaşına gelmektedirler. Şiddet azmakta, barışımız sözde kalmaktadır. Dostluklar yüzeyselleşmekte, düşmanlıklar kıyıya vurmaktadır. İtfaiyeciler uyumakta, kundakçılar kol gezmektedir.    

Hey hawar! Havamız kirlenmekte, zehirler solumaktayız. Pınarlarımız kirlenmekte, lağımlara mahkûm edilmekteyiz. Topraklarımız kirlenmekte, ölüme itilmekteyiz. Kalplerimiz kirlenmekte, zulümden heykellere dönmekteyiz. Ruhumuz kirlenmekte, insanlıktan çıkmaktayız. Aklımız kirlenmekte, cinnetler getirmekteyiz. Fikirlerimiz kirlenmekte, istikameti kaybetmekteyiz. Bakışlarımız kirlenmekte, dostları düşman görmekteyiz. Muhakememiz kirlenmekte, hak ve batılı karıştırmaktayız. Ferasetimiz kirlenmekte, birbirimizin gözünü çıkarmaktayız. İlişkilerimiz kirlenmekte, birbirimize yabancılaşmaktayız. Anlayışımız kirlenmekte, tahammülümüzü yitirmekteyiz ve nihayet insanlığımız kirlenmekte, –canavarlara rahmet– birbirimizi yok etmekteyiz.

Hey hawar! İnsanımı “çocuk” mesabesinde görecek derece istihkar eden emperyalist bir blokla karşı karşıya kaldık. Yedi düvelden müteşekkil yedi başlı canavar, kedinin fareyle oyunu gibi şahsiyet, haysiyet ve şerefimizi alaya alıyor. Biz, zulmün ve sömürünün pençesinde kıvranırken, o, aklımız, inancımız, onurumuz ve hayatımızla “alay” ediyor. Biz, avazımızın çıktığı kadar inleyip feryat ederken, o, elimize tutuşturduğu tanktan, toptan, mitralyözden “çıngıraklarıyla” teselli(!) ediyor. Biz, ırkçılık, mezhepçilik ve partizanlıkla asabileşip hırçınlaşırken, o, fokurdayan ruhlarımızı, “kardeşkanı” döktürtmekle teskin(!) ediyor. Ve biz, onun entrikalarına kapılırken, o, mazlum coğrafyamızın bir başka köşesinde yeni “tuzaklar” hazırlıyor. 

Hey hawar! Birbirinden mazlum, mağdur, mahrum ve derbeder olan insanlarımız, –gaddar, barbar, hunhar ve işgalci düşmanlarına rağmen– yamyamlar misali, birbirlerini yiyorlar. Irkçı, mezhepçi ve örgütçü ihtirasları uğruna, sayısızca masumları ve kadim medeniyetlerini kurban veriyorlar. Bizler birbirimizi yerken, yutarken, emperyalist düşmanlar bu trajedimizi bir filim tadında izliyorlar. Bizler gaflet ve vahşetin gayyasında çırpınırken, hunhar düşmanlar talanı götürüyor; mal, can, namus ve haysiyetimizi payimal ediyorlar. “Bir delikten yılana iki defa ısırılmama”ları gereken insanımız, bir kez daha emperyalist ejderhaların ağzına atlıyorlar!

Hey hawar! Yirmi birinci asrı yaşarken, yine cahiliyenin “aşiret kavgası” ve “kan davası”na sarıldık. Kendi varlığını idame adına, gayrısını imha etmeyi hedefleyen faşizan dünya görüşüne kapıldık. Kana kan kattık, katliamlara imza attık. Mazlum bedenler üzerinden, gayrimeşru düzenler kurduk. Kan ve katliamlardan devşirilen zalim iktidarlara hayat verdik. Hayırsız ve uğursuz savaşlara, fitnekâr ve ifsatkâr çıkışlara alkışlar tuttuk. Sonu ve çözümü olmayan felaketlere davetiyeler çıkarttık. Sosyal ve insanî trajedileri görmezden geldik, müsebbiplerine taraftar olduk. Tavrımızı mazlumlardan yana değil, zalimlerden yana koyduk; zalimlerin suç ortağı olduk. Zalim ve zulme rıza ile, dünyamızla birlikte ahiretimizi de berbat eyledik.

Hay hawar! Musa’nın(as) dediği gibi, biz de diyoruz: “Allah’ım! Bizi içimizdeki bu beyinsizlerden dolayı helak mi edeceksin!?”(A’raf, 155) Ey, akılları gözlerine inmiş materyalistler, mantıksız ve muhakemesiz canavarlar, ısırmaktan zevk alan akrep, yılan ve çıyanlar, makam, menfaat ve mansıbı ilahlaştıranlar, yaşamak uğruna dünyayı ateşe verenler, inancını, ideolojisini, mezhebini, meşrebini, etnisitesini dayatanlar; dayatmakla kalmayıp, uğrunda memleketi, coğrafyamızı “mezbahaneye” çeviren lanetliler, kurban ettiğiniz, kurban verdiğiniz masumların diyetlerini nasıl ödeyeceksiniz? Elinize, yüzünüze, maskelerinize bulaştırdığınız masumane kanları üzerinizden nasıl temizleyeceksiniz? Kıyılara vuran körpecik masum bedenler gibi, geride bıraktırdığınız günahsızların hakkını nasıl ödeyeceksiniz? “We ize’l-mew’udetu suilet. Bi eyyi zenbin qutilet” (Ve diri diri toprağa gömülen kız çocuğa sorulduğu zaman: Hangi günah sebebiyle öldürüldü(n?); Tekvir, 8-9)

Hey hawar! Beyinsizlerin estirdiği şiddet ve sınır tanımaz zulümlerinden dolayı insanlarım yine düştü yollara, yabanlara... Gözü yaşlı annelerimiz, hayatının baharındaki gelinlerimiz, annelerinin ellerinde ve kucaklarındaki minik yavrularımız, omuzlarda taşınan bitkin ve bitap yaşlılarımız... Ne yaz, ne kış değişmeyen manzaramız. Aç, çıplak, yayan ve perişan insanımız. Nereye ve kimlere sığınacağını bilmeyen sahipsiz insanlarımız. Nihayette, dünyanın sağına soluna savrulan derbeder ve dilenen mazlum halkımız, dindaşımız, vatandaşımız... Hele de şu deniz aşırı ülkelere giderken, canından da malından da olan bahtı kara hemşerilerimiz, hemcinslerimiz; Ortadoğulu, Afrikalı ve Asyalı Âdemoğulları, yani kardeşlerimiz...

Hey hawar! Dünya, bilim ve üretimde devasa adımlarla mesafe kaydederken, göz kamaştırıcı, imrendirici teknolojik buluşlara imza atarken; yerin derinliklerinde, fezanın uçsuz-bucaksız boşluğunda izleme yaparken, tıp, elektronik ve insan psikolojisinde sınır tanımayan gelişmeler kaydederken ve nihayette gökten, yerden; evimizden ve elimizden kontrol ederlerken; manevi baskıları altında büklüm büklüm ezdirirken, şu ahmakça ve cinnetçe halimize bir bakın! Bizler, elimizde-avucumuzdakini de onlara vererek, karşılığında aldığımız yok edici silahlarıyla Rambovari pozlar veriyoruz. Cesetler üzerinde zafer işaretleri yapıyoruz. Enkazlar üzerinde baykuşlar gibi ötüyoruz. Yetmiyor; on beş-yirmi senede yetiştirdiğimiz bir avuç okumuşlarımızı da beş paralık mermilere ve şarapnellere kurban veriyoruz. Yuh olsun böylesi bir zihniyete! Kahrolsun bu zihniyeti servis eden beyinsiz taşeronlar!...

Hey hawar! Demokratik bilinç, haklı talepler, seviyeli ve medenice gösterilerin yerini yine kırıcı, kıyıcı, yıkıcı ve yakıcı tavırlara girdik! Haklı iken “haksız” konuma düştük. Medeni iken “vahşi” görüntüler verdik. Sevgi ve semapati yerine “nefret” ve “lanetlerle” anıldık. Teveccüh yerine “yuhalanır” olduk. Can, mal ve namusumuzu tehlikeye attık. Akıl yerine hislerimizi işlettik. Aklıselim ve soğukkanlılık yerine tahrik ve ajitasyonlara kapıldık. Aptal balıklar gibi önümüze sürülen yemlere atladık; tuzağa düştük, kancaya takıldık. Çırpındıkça çıldırdık, çıldırdıkça kendimizi yemeye başladık. Tercihlerimizi kader zannettik. Potansiyelimizi boşa harcadık. Akıntıya kürek çektik. Aynı delikten defaetle kendimizi yılanlara ısırttık. Ferasetsizlerin kuyruğuna takıldık. Kadınlarımızı dul, çocuklarımızı yetim bıraktık. Nihayette, memleketi harap, insanımızı bitap düşürttük.

Hey hawar! İnsanım, akıllıyım, aydınım, demokratım, inançlıyım, vicdanlıyım, adilim, merhametleyim, insan severim, özgürlükçüyüm, emekçiyim, eşitlikçiyim, halkçıyım, hakperestim, çevreciyim, memleketseverim diyen herkes! Ne olur, Allah aşkına, inandığınız değerleriniz aşkına, izlediğiniz ilkeler aşkına, kutsadıklarınız aşkına bu yangına bir su dökünüz; itfaiyeci olunuz! Dilinizle, elinizle, tavrınızla, duruşunuzla; yazılarınızla, e-maillerinizle, tweetlerinizle; kısacası her yerde, her vesileyle yapıcı, yatıştırıcı, arabulucu olunuz; yıkıcı, yakıcı ve kışkırtıcı olmayınız! Bugünün, yarının, geleceğin lanetlileri arasına girmeyiniz! Cennet olan memleketinizi cehenneme çevirmeyiniz! “Nerede inceyse orada kopsun!” diyen “aciz” ve “sefil” seyircilerin saffına iltihak etmeyiniz! Malum, yıkıcılar kadar seyirciler de suçludurlar; suç ortağı olmayınız!   

Hâsılı: İktidar, ırk, devlet, mezhep, parti, örgüt ve her türlü ideolojik aidiyet adına halkları birbirine düşman edenler, gençlerimizi birbirine kırdıranlar, kadınlarımızı dul, çocuklarımızı yetim bırakanlar, ocaklarımıza ateş düşürenler, memleketi harap, topraklarımızı çorak, yaylarımızı ıssız, sürülerimizi çobansız bırakanlar, insanımızın gücünü, enerjisini, kanını ve imkânlarını heder edenler, öldürmeyi “kahramanlık”, yakıp-yıkmayı “zafer” sayanlar, ağızlarından kan, kin ve intikam; gözlerinden nefret ve şiddet şimşekleri çakanlar, halkın, hakkın, hukukun ve barışın düşmanıdırlar. Barış, özgürlük, adalet, kalkınma, refah, saadet ve mutlu geleceğe dair bütün tezleri, iddiaları yalandır, düzmecedir, aldatmadır, uyutmadır, avutmadır. Hiç bir inandırıcılıkları yoktur. Zulümle abat olanların akıbetleri berbattır.   

Bütün zalimlerin defterlerinin dürüleceği özgür ve mutlu yarınlar ümidiyle...

  • Yorumlar 8
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89