2012’nin son günlerinde Başbakan Erdoğan’ın açıklamasıyla kamuoyunun gündemine düşen Öcalan’la görüşmeler ve akabinde Paris’te yaşanan cinayetler hala tartışılıyor.
Kısaca da olsa Öcalan’la görüşmelerin Kandil, Avrupa ve BDP üçgeninde nasıl bir etki yaratabileceğine, nasıl karşılanacağına, bu kesimler tarafından Öcalan’ın dinlenip dinlenmeyeceğine, değinmekte yarar.
Elbet bu durumun yanıtını Kandil, BDP ve Avrupa üçgeninin aktörleri ikileme yer bırakmadan net bir şekilde veriyorlar. Her üç kesim de şimdiden değil, neredeyse Öcalan’ın yakalandığı ilk günden bu yana muhatabın Öcalan olduğunun altını ısrarla çiziyorlar.
Bu yaklaşım, en önemli etkileyen olsa bile tek belirleyenin Öcalan olduğu anlamına gelmez, gelmemeli.
PKK, yöntem olarak silahlı mücadeleyi esas alsa da sonuçta siyasal bir hareket ve siyasal bir yapı olmanın gereği, işleyen örgütsel mekanizmalara sahip. Bu yönüyle değerlendirdiğimizde PKK ve ona bağlı örgütsel veya duygusal bağ içindeki kesimlerin Öcalan’ın konumuna ve etkisine ilişkin dedikleri, yabana atılacak, küçümsenecek, önemsenmeyecek bir durum değil.
Sorunun çözümünde Öcalan elbette en başta gelen muhatap olacaktır; ancak BDP, Kandil ve Avrupa da bu sürede üstlerine düşen rolü oynayacaktır; oynamalıdır. Bu temasların yol ve yöntemlerini samimi bir şekilde sağlamak ise hükümetin sorumluğundadır.
Hükümet, sözünü dinletebilmesi için yol ve yöntemleri oluşturur ise Öcalan’ın sözünü dinletmemesi için bir neden yok.
Bilmekte yarar var ki bunun aksi düşünülür, Öcalan üzerinden Kürt hareketinin bölünmesinden nemalanmaya kalkılırsa, bundan en başta hükümet/devlet olmak üzere kimse fayda görmez.
Sorun, hala bile medyanın diline pelesenk ettiği gibi bir terör sorunu değil; koca bir halkın özgürlük sorunudur. Dili, kültürü, kimliği, varlığı inkar edilen bir halk birçok siyasal yöntemin yanı sıra özgürlük için silahlı mücadeleyi de yöntem olarak benimsedi ve PKK şahsında bu mücadeleyi yürüttü.
Soruna bir de bu yönüyle baktığımızda PKK’nin yürüttüğü silahlı mücadelenin bir neden değil, sonuç olduğunu rahatlıkla tespit edebiliriz.
Devleti yönetenler bu sonucun nelere mal olduğunu herkesten iyi bilirler. Eğer bu sonucu ortadan kaldırmak istiyorlar ise en başta sonucu yaratan nedenleri ortadan kaldırmak için samimi olmak gerekir.
İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler nereye varır, sonunda ne olur, sonucu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması için adımlar atılır mı atılmaz mı şimdiden kestiremeyiz. Ama bu görüşmelerin öyle sanıldığı gibi sadece silahların bırakılmasına endekslenmesi durumunda herhangi bir getirisinin olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Şu da bir gerçek: Kürt sorunu, bütünün kendisidir. PKK’nin silahlı mücadelesi bu sorunun bir parçasıdır. İkisine ayrı yaklaşılması da birini diğerinin önüne koymak da sorunu çözmez; çözüme hizmet etmez. Yani sorun, “PKK’nin silahlı mücadelesi bit(iril)sin, akabinde Kürt sorununu çözeriz” anlayışı ile çözülemeyeceği gibi, “Kürt sorununu çözer PKK’yi de bitiririz” anlayışı ile de çözülmez. Bu yönüyle sorunun, artık PKK’den bağımsız çözülemeyeceği de inancındayım. Çünkü PKK, günümüzde yalnızca Kürt sorununun değil, belki de Ortadoğu’nun en önemli siyasal aktörlerinden biridir. Elbet aşamalı bir yöntemle ama her iki sorun iç içe, aktörlerin, tarafların tümüyle birlikte daha rahat çözülebilir.
Şiddetin bitirilmesinde, esasen iki taraf vardır; hükümet ve PKK. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde ise toplumu oluşturan katmanların neredeyse her kesimi taraftır. Şiddete son verse de vermese de PKK’nin, diğer kesimlerle birlikte çözüm sürecinin en etkili aktörlerinden olacağına kuşku yok.
Elbet silahsızlanma önemlidir. Ama silahsızlanma şu anda ne aşamada olduğunu tam olarak bilmediğimiz ‘müzakerenin’ başlıklarından biri olduğunda önemlidir. Dünyadaki örneklerinden şunu da biliyoruz: Müzakere için silahsızlanma, silahların tam olarak bırakılması şart değil. PKK’nin bir anda, müzakere başladı diye silahları bırakabileceğini de düşünmek gerekmiyor.
Elbet ilk adım olarak taraflar silahlı güçlerin karşılaşacağı alanlar dışına çıkabilir. Şunu da biliyoruz ki müzakerenin başarısı için PKK’nin silahlı eylemlerini durdurması, hükümetin ise buna mukabil askeri ve siyasi operasyonlara son vermesi gerekli ve zorunludur. Aksi durumda her iki tarafın da samimiyeti sorgulanır ve bu da sorunun çözümünü güçleştirir.
Silahlı güçlerin öncelikle güvenli alanlara çekilmesi, ileriki süreçlerde silahların tamamen toprağa gömülmesini de beraberinde getirir.
Bu sürecin öne çıkan olgularından biri de provokasyonlar olacaktır. Sorun provokasyonlara nasıl bakıldığı ile yakından ilgili olmakla birlikte dünyadaki benzer örneklerden biliyoruz ki provokasyonların en yoğun yaşandığı dönemler bizzat görüşmelerin en yoğun sürdüğü günlerde olmuştur.
Güney Afrika’nın ırkçı beyaz rejimi Mandela ile görüşürken ANC’nin kadrolarına yönelebilmiş, aynı şekilde ANC’de bu saldırılara etkili bir biçimde cevap vermiştir. Yine İngiltere-İrlanda, Filistin-İsrail, İspanya-Bask Bölgesi görüşmelerinde de yoğun provokasyonlar yaşanmıştır.
Taraflar iradi olarak sorunun çözümüne endekslendiklerinde sabotaj ve provokasyonların, sıkıntı yaratsa bile görüşmelerin tamamen durmasında veya sürecin tersine dönmesinde ciddi bir etkisinin olmayacağını söyleyebiliriz.
Elbet sabotaj veya provokasyon olmaması, olsa bile etkisinin en asgari düzeyde kalması için taraflar tüm tedbirleri almalı, en başta da süreci olabildiğince açık biçimde yürütmelidirler.
Açıklık, provokasyon ve sabotajların en önemli panzehiridir.
Bir diğer önemli nokta da şu: Taraflar arasındaki ilişki kabul etsek de etmesek de bir eşitlik ilişkisi üzerinden yürümek zorundadır. Devlet kibri ile hareket etmek sorunun çözümüne hizmet etmez. Bir tarafın efendi, buyurgan; diğer tarafın ise kabul eden, söz dinleyen uslu çocuk olduğu durumlar her zaman sıkıntı yaratmıştır. Belki kamuoyuna karşı bu açıklıkla gitmez ama taraflar bu olguyu ikili ilişkilerinde mutlaka dikkate almalıdır.
Sorunun çözümünde aşama kaydedildikçe siyasetin merkezinin Türkiye’ye taşınması da beraberinde gelecektir. Süreç ilerledikçe Avrupa’daki Kürt siyasetçileri de, PKK örgütlenmesi içinde yer alan silahlı ve silahsız tüm güçler de en nihayetinde yeni açılacak beyaz bir sayfa üzerinden siyaset yapmak isteyeceklerdir.
Doğal olan da budur.
Beyaz sayfa açmanın bir yolu da genel aftır.
Bugün için bazılarına ağır gelen kavramların ilerde bu kadar ağır olmayacağı inancındayım. Süreç ilerledikçe normalizasyon sağlanacak; kavramlar da, atılacak adımlar da rahatsız edici, korkutucu olmayacaktır. Siyasetin normalizasyonunda ise ne Avrupa’daki Kürt siyasetçilerin varlığı, ne de PKK örgütlenmesi herhangi bir olumsuzluğa neden olmaz. Ayrıca bilmek gerekir ki süreç ilerledikçe bu kesimler eski biçimiyle devam etmez; diğer bir deyimle dönüşür, yeni siyasal duruma adapte olurlar.
Sürecin nereye gidebileceğini şimdiden kestirmek güç dedik. Çünkü henüz neyin konuşulduğunu tam olarak bilmediğimiz gibi hükümet/devlet nezdinde operasyonların durmaksızın devam etmesi de sürece ihtiyatlı yaklaşılmasını, beraberinde getiriyor. Ama Paris cinayetlerinin ortayla çıkardığı sonuçta gösterdi ki Kürt halkı her şeye rağmen barıştan yana bir tutum içinde olacaktır.
Paris’te işlenen cinayetlerin failini söylemek elbette çok güç.
Çünkü Kürt sorunu, esas olarak bir iç sorun olmaktan çıkmış durumda. Kürt sorunu Ortadoğu’da hesabı kitabı olanlar başta olmak üzere artık çok geniş bir kesimi ilgilendiriyor. Her kesimin çıkarı da aynı değil. Birilerinin çıkarı savaş ve şiddetin devam etmesinden yanadır.
Bu sürede PKK, Paris cinayetlerine ilişkin olarak devleti işaret etti. Devlet ve hükümet içinden ise örgüt içi infaz sesleri yükseldi. Ama esasen PKK ve devlet başta olmak üzere her kesimin üzerinde mutabık olduğu ise cinayetlerin süreci baltalamaya dönük bir provokasyon olduğudur.
Cenazelerin kaldırılmasında ortaya çıkan ‘duyarlılık’ taraflardan en azından birinin niyetini pekiştiren olumlu bir durumdur. Esasen bu niyeti iki kesime de yansıtacak adımların atılması gerekir.
Tetikçi veya tetikçilerin kimliği ne olursa olsun, tetiği çektirenlerin amacının çatışma ve şiddetin devam etmesi olduğu çok açık. Cinayetler sonrasında yaşanan gelişmeler şimdilik bu kesimlerin hevesini kursağında bırakmış görünüyor. Bu nedenle tetiği çektirenlerin yeniden bu tür girişimlere yönelebileceğini, farklı hedeflerle bu amaçlarını sürdürebileceklerini de hesaplamak gerekir.
Aslında süreç zor gibi görünse de iyi niyet ve samimiyet durumunda zerre zor değil. En küçük samimiyetsizlik, iki yüzlülük ise her şeyi sil baştan yapıp tersine çevirebilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.