Coronaviris, yeryüzünde yaşayan insanlığın bir ve bütün olduğunu gösterdi. Bütün farklılıklarımıza, çeşitli kültür kaynaklarından beslenmemize, değişik uygarlıkların taşıyıcısı olmamıza rağmen; insanlık olarak atıldığımız serüven ortaktır ve kaderimiz birbirine bağlanmıştır.
Coronavirüs salgını bütün dünyayı kasıp kavururken, her bir ülke sınırlarının arkasına kapanarak bu sorunla mücadele etmeye çalışıyor. Salgının yayılımını kesmek ve kontrol altına almak için bu gerekli olabilir. Ancak yapılması gereken şey coronavirüse karşı küresel düzeyde çözüm bulmaktır. Her bir ülke kendi sınırları içinde bu tehdidi kontrol altına alsa bile, bu sorunu tümden ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır, eğer sonsuza kadar sınırlarını dünyaya kapatmak istemiyorsa…
Salgına karşı küresel çözümden amaç sadece bir aşı bulmak değildir. Bugün bu virüse karşı bir aşı bulunur, yarın bir başka virüs peydahlanır. Ya da bilim adamlarının dediği gibi biz aşı bulurken bu virüs mutasyon geçirerek bulduğumuz aşının anlamını yok edebilir.
Dolayısıyla sorun coronavirüse karşı aşı bulmaktan öte bir şeydir; yeni bir insanlık anlayışına, yeni bir toplumsal, ekonomik ve kültürel düzene ihtiyaç var. Öyle ki, dünya coronavirüs ve benzeri insanlığı tehdit eden durumlara karşı ortak bir akıl oluştursun, bütünlüklü bir mücadele geliştirsin ve küresel bir tutum alsın. Bu ise ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bütün kodlarıyla yeni bir insanlık anlayışını, yeni bir dünya sistemini inşa etmekten geçer.
Böyle bir dünya sistemi bugünden yarına kurulabilir mi, zor. Bazıları böyle bir beklentiyi bir düş olarak görebilir, mümkündür. Ancak unutmayalım ki bugün yaşadığımız gerçeklerin çoğu geçmişte düştü, hatta düş bile değildi. Bugün günlük yaşamda kullandığımız maddi-teknik imkân ve araçların çoğu geçmişte hayal bile edilmiyordu.
Daha somut bir çerçeveden bakalım; Avrupa Birliği geçmişte düş bile değildi, ama gerçek oldu. Avrupa Birliği’nin ortaya çıkması için Avrupa’nın iki büyük savaşta dibe vurması gerekiyordu. Ama sonuçta -son dönemde yaşadığı sarsıntılara rağmen- dünyada eşi görülmemiş demokratik bir birlik modeli ortaya çıktı.
Aynı şey Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) ve Birleşmiş Milletler örgütü için de geçerli. Birinci Dünya Savaşı birincisini, İkinci Dünya Savaşı BM örgütünü ortaya çıkardı. Bu her iki örgüt de insanlığın derdine ne kadar derman oldu, bu ayrı bir konu. Ancak Birleşmiş Milletler örgütü fikri, örneğin 200 yıl önce sadece düşten ibaretti.
İflah olmaz unutkanlık eğilimine rağmen insanlığın tarihin kritik dönemeçlerinden önemli sonuçlar çıkardığını biliyoruz. 14 yüzyılda Avrupa’da yaşanan Kara Ölüm salgınının ciddi sosyal ve siyasal sonuçları oldu; Avrupa’da kölelik son buldu, emeğin değeri arttı, bilim, teknik ve felsefi alanda yeni bir çağın kapısı aralandı. Otuz Yıl Savaşlarından sonra 1648’de imzalanan Vestfalya Anlaşması uluslararası ilişkilerde ulus-devletlere dayalı yeni bir düzen oluşturdu. Bugün bazıları dünyada doğrudan demokrasinin bir düş olduğunu söylüyor. Oysa 2500 yıl önce gerçekti
Kant’ın düşünü gerçekleştirmek
İmmanuel Kant 1795 yılında yazdığı Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme1 adlı eserinde ebedi barıştan, bir milletler federasyonundan ve dünya vatandaşlığından söz ediyordu. Kant’a göre bir arada yaşayan insanlar arasında tabi hal barış hali değil, her an patlayabilecek bir savaş halidir. Barış hali ise ancak kanuni hal (hukuk düzeni) ile sağlanabilir. Bu durum her bir ülkede yaşayan insanlar için geçerli olduğu gibi, bir arada yaşayan uluslar-devletler için de geçerlidir.
Kant bundan 225 yıl önce dünyada bir milletler federasyonunu savunuyordu.
Kant’a göre fertler için olduğu gibi, devletleri teşkil eden milletler için de, tabii halde ve kanunlardan yoksun yaşamak, her zaman bir tehdit içerir. Bu durumda yapılması gereken şey, her bir devletin kendi güvenliğini teminat altına almak için, beraberce, herkesin (bütün devletlerin) haklarını sağlayacak bir esas teşkilat (anayasa) yapmaktır. Böylece bir milletler federasyonu kurulacaktır. Kant, devletleri oluşturan her milletin kendi nüfusuna göre katılacağı bu federasyonu milletler federasyonu olarak tanımlamaktadır.
Kant, doğal olarak böyle federatif ittifakın bir merkezi olacağını ve diğer devletlerin de devletler hukukuna uygun kendi özgürlüklerini garantiye almak için bu merkeze katılarak federatif ittifakı güçlendireceklerini ifade eder.
Kant, devlet hukuku ve devletlerarası hukukuna bir de dünya vatandaşlığı hukuku boyutunu eklemiştir. Ona göre devletler arasındaki doğal durumu, dünya vatandaşlık haklarına ilişkin bir hukuk durumuna dönüştürmek olanaklıdır.
Kant’a göre belirli antlaşmalarla savaşlar ertelenebilir, ancak dünyada ebedi barışı sağlayacak şey kalıcı bir barış ittifakından geçmektedir.
Mevcut Birleşmiş örgütünün oluşumunda da Kant’ın ve çağdaşlarının fikirlerinin esin alındığını biliyoruz. 1945 yılında kurulan BM örgütü adalet, güvenlik, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği küresel düzeyde gerçekleştirmek amacıyla kuruldu. Onun temel amaçlarından biri de uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanımına son vermekti. Ancak 75 yıllık deneyimler BM’nin söz konusu kuruluş amaçlarından çok uzak olduğunu göstermektedir.
Buna karşın, insanlığın geçen dönemdeki acı tecrübelerden gerekli dersleri çıkarmadığı ve onun bir hafızadan yoksun olduğunu iddia etmek gerçeğe aykırı olur.
O halde bugün yapılması gereken şey, Kant’ın ebedi barış düşünü ve milletler federasyon projesini düş olmaktan çıkartıp günümüzün koşullarına uyarlamaktır. AB örneğinde olduğu gibi, kıta ölçekli bir federasyonun kurulması mümkünse, neden dünya genelinde bir milletler federasyonu kurulmasın? Avrupa Birliği modelini dünya geneline teşmil etme fikri neden evrensel bir projeye dönüşmesin?
Böyle bir ihtiyacı bilince çıkartmak, bir milletler federasyonunu hayata geçirmek için onlarca küresel felaketin (salgın hastalık, savaş, doğal afet vb.) yaşanması gerekmez.
Hatta böyle bir evrensel düzen mevcut BM yapısının dönüştürülmesiyle hayata geçirilebilir.
J. Habermas, BM’nin reforme edilmesiyle ilgili yapılması gerekenleri üç başlıkta toplamaktadır; Dünya parlamentosunun yapılandırılması, bir dünya adaletinin geliştirilmesi ve Güvenlik Konseyi'nde gerekli yeni düzenlemelere gidilmesi…
Birleşmiş Milletler, hâlâ daimî devletler kongresi işleyiş tarzını andıran özellikler taşımaktadır. BM Genel Kurul'unun, Federal Konsey biçimine bürünmesi ve yetkilerini bir meclisle paylaşması gerekecektir. Bu durumda halklar bu dünya parlamentosu içerisinde, hükümetleri tarafından değil, seçilmiş temsilciler tarafından bütün dünya vatandaşları olarak temsil edilebileceklerdir. Devleti olmayan halklar için de BM parlamentosunda özel bir temsil mekanizması oluşturulmalıdır.
Lahey Uluslararası Adalet Divanı'nın yetkileri her yönüyle geliştirilmelidir. Bugüne dek bazı savaş suçları davaları için yalnızca ad hoc (olaya özgü) kurulan uluslararası cezaî yargı mekanizmasının aslında kalıcı olarak kurumsallaştırılması gerekmektedir.
Güvenlik Konseyi de değişen dünya konjonktürüne uygun uyarlamaları gerektirmektedir. Veto hakkı tanınan beş daimî ülkenin bu ayrıcalıklarına son verilmeli ya da yeni düzenlemelere gidilmelidir.
Günümüzde gelişmiş batılı ülkelerin ekonomik ve siyasi ihtiyaçlarına göre kurulmuş Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi ulus üstü yapılar, kurulacak yeni dünya sisteminin gereklilikleri doğrultusunda yeniden dizayn edilmelidir.
Dünyada adil, demokratik, eşitlikçi ve barışı ebedi kılacak bir sistemin inşası için atılması gereken birkaç temel adım daha var: Birincisi, inşa edilecek dünya örgütüne etkin bir altyapı sağlayacak bölgesel rejimlerin kurulması; ikincisi, tekelci kapitalizmin yol açtığı sosyal ve ekonomik yıkımın kontrol altına alınması; üçüncüsü, gelir eşitsizliğini ve yoksulluğu giderek ekonomik ve sosyal politikalar; dördüncüsü, farklılıkların bir arada yaşaması için gerekli anlayış; beşinci ve son olarak yeni bir çevre bilincinin yaratılması.
Bu başlıkları gelecek yazımda işlemeye devam edeceğim.
Bu bölümü Habermas’ın şu sözüyle bitireyim. “İnsanlığın öğrenmeye hazır oluşu konusunda peşinen ümitsizliğe kapılmayan kişi, ümidini, bu tehlikelerin küreselleşmesiyle, tüm dünyanın zaten çoktandır nesnel anlamda bir risk toplumu biçiminde bir araya getirildiği gerçeğine bağlamak zorundadır”.2
1İmmanuel Kant, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları
2Jürgen Habermas, “Öteki” olmak, “öteki”yle yaşamak, Siyaset Kuramı Yazıları YKB Yayınları 2012 İstanbul
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.