23 Haziran 2019 günü gerçekleştirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi, sonuçları itibariyle, Kürt ve Türk siyasetinin üzerinde durduğu kaygan zeminin de habercisi olmuştur.
31 Mart 2019 seçimlerinde Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu ile Cumhur ittifakı adayı Binali Yıldırım arasında 13.500 oy farkı varken; aradan 3 ay geçmeden tekrarlanan seçimde bu fark 800.000 oya çıktı.
Ekrem İmamoğlu %54.21, Binali Yıldırım %44.99 oy aldı.
31 Mart seçimlerinde İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya gibi Kürtlerin yoğunlukla yaşadıkları Türkiye şehirlerinde, Kürtlerin CHP’ye oy vermesi sonucu, AKP bu illerdeki belediyeleri kaybetmişti.
31 Mart 2019 günü yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi, AKP-MHP’nin itirazı üzerine, YSK tarafından iptal edildi. Seçimin 23 Haziran 2019 günü tekrarlanması kararı alındı.
23 Haziran İstanbul seçimlerinin sonuçları, artık, sadece Kürt oylarının değil; Türk oylarının da belirgin bir şekilde, AKP’ye ‘dur’ demeye başladığının göstergesidir; 800.000 oy farkı bunu göstermektedir.
Kürt seçmen açısından 31 Mart’ta İstanbul’da AKP ve Erdoğan’a verilen mesaj; 23 haziranda daha belirgin ve kararlı bir şekilde verilmiştir.
Kürtler, 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde, Türkiye şehirlerinde ve özellikle de İstanbul seçimlerinde, anti-Kürt siyaseti her şeyin merkezine koyan, Kürtleri rencide eden, Güney Kürdistan’a, Rojava Kürdistan’ına, tüm Kürtlere düşmanlık yapan, ‘ben istediğimi yaparım’ diyen Erdoğan ve AKP’ye çok net bir yanıt verdi. Kürtler ‘beni cezalandırmak isteyeni, ben de cezalandırırım’ dedi.
Elbette ki İstanbul’daki 800.000 oy farkı, Türk seçmenin de, AKP ve Erdoğan’ın izlemiş olduğu, ‘minnetsiz’ insan hak ve özgürlüklerini yok sayan, ekonomik krizi derinleştiren siyasetine ‘yeter artık’ dediğinin işaretidir. Bu oyların içinde, son dakikada Öcalan’ın devreye sokulmasına tepki duyan bir kısım milliyetçi Türk seçmenin olduğunu da söylemek mümkündür.
Kürtler ‘CHP demokrasiyi savunduğu için’ değil; sadece AKP’yi cezalandırmak için CHP’ye oy vermiştir
AKP’ye ‘dur’ diyen Kürt seçmenin ‘demokrasi cephesini desteklediği’ yönündeki propaganda ve tespitin, zorlama ve gerçekleri manipüle etmeye dönük yanlış bir tespit olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Kürt seçmen ‘CHP demokrasiyi savunduğu için’ değil; sadece AKP’yi cezalandırmak için CHP’ye oy vermiştir.
CHP’nin kuruluşundan bu yana izlemiş olduğu demokrasi karşıtı, Kürt karşıtı, ‘tekçi’ siyasetini burada tekrar dile getirmeye gerek duymuyorum. Ama CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun da 31 Mart seçimleri sürecinde de 23 Haziran seçimleri sürecinde de bırakalım Kürtlerin hak ve özgürlüklerine dair görüş dile getirmeyi; ısrarla ağzına ‘Kürt’ sözcüğünü almamaya çalıştığına, ‘etnik temelli sorun tariflerinin ayrıştırıcı olduğunu’ ısrarla dile getirdiğine tanık olduk. Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazandıktan sonra yapmış olduğu konuşma, bu tespitimizi daha da güçlendirmiştir. Deyim yerindeyse, Ekrem İmamoğlu , her iki seçim sürecinde de, AKP ve Erdoğan’ın daha sonra çark ettiği 2002-2010 sürecindeki söylem ve uygulamalarının yakınına bile yaklaşamamış, çok gerisinde kalmıştır.CHP’nin ise tarihi boyunca, zaten bu konuda karnesi hep zayıflarla dolu olmuştur.
CHP ve İyi Parti’yi bir ‘demokrasi cephesi’ gibi lanse etmek, büyük bir aymazlıktır. Bu yaklaşım, bu algıyı yaratmaya çalışanların, demokrasiyi nasıl da düşük bir çıtada tutan bir anlayışa sahip olduklarını da gözler önüne seriyor.
Erdoğan "Bizde Kürdistan yok. Kuzey Irak’ta var. Kürdistan diyenler Kuzey Irak’a defolun, oraya gidin", dediğinde; ‘Kuzey Irak’taki Kürdistan’a bile tahammülsüzlüğünü gösterircesine, "Siz Türkmen yurduna nasıl Kürdistan dersiniz" diyerek tepki gösteren 17.000 ‘faili meçhulü’ işleyen Türkiye Devleti’nin o dönemdeki Bakanı ülkücü Meral Akşener'i ‘demokrasi cephesi’ içinde göstermenin ne anlama geldiğini de halkımızın vicdanına bırakıyorum.
23 Haziran seçimlerinden üç gün önce, AKP’nin Öcalan’ı devreye sokarak, verdirdiği ‘tarafsız kalın’ mesajı da Kürt seçmen tarafından kaale alınmadı. Bu, önemle dikkate alınması gereken bir durumdur. Öcalan’ın ‘tarafsız kalın’ çağrısına; ‘’O’nun bir bildiği vardır’’ diyerek, ‘’ilahi bir kılıf’’ oluşturmaya, her yaptığına, her söylediğine bir ‘’teori oluşturmaya’’ çalışanların olduğunu da her zamanki gibi hayretle izliyoruz.
Bir yandan Güney Kürdistan topraklarında ‘Pençe Hareketı’nı sürdüren Erdoğan’ın, yine seçimden iki gün önce Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Neçirvan Barzani’yi Türkiye’ye davet etmekteki amacı da bellidir. Bu tür görüşmelerin zamanlaması konusunda Güney Kürdistan Yönetimi’nin daha hassas olması gerektiği de gerçekliğin diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Ama, başta KDP olmak üzere, Güney Kürdistan siyasetinin büyük bir çoğunlukla aslında ‘’Bağımsızlık Referandumu sürecinde izlediği Kürt karşıtı siyaseti ve incitici sözleri nedeniyle, Erdoğan’a seçimler vesilesiyle bir ders verilmesi’’ konusunda hemfikir oldukları kanaatindeyim. Nitekim, Erdoğan’ın bu konudaki beklenti ve hamlesi de Kürt seçmende bir karşılık bulmamıştır.
‘Her şey çok güzel olacak’ sloganıyla 23 haziran seçimlerini kazanan Ekrem İmamoğlu’nun, aslında Türkiye siyaset aktörlerinin bugüne kadar söylediklerinden farklılık oluşturan bir proje, bir anlayış, bir siyaset belgesini ne yazık ki seçim propagandalarında göremedik. Her şeyin neden çok güzel olacağını gerçekten de anlayamadık. AKP ve Erdoğan’ın izlemiş olduğu ötekileştirici, dışlayıcı, tekçi, Kürt karşıtı, diktatoryal siyaset ve uygulamalarına, ‘yeter ki Erdoğan gitsin, kim gelirse gelsin’ diyen bir kitlesel ruh halinin sonucu olarak Ekrem İmamoğlu 13.500’lük farkı, 800.000’e çıkarmıştır.
Türkiye’de özgürlüğü, demokrasiyi, adaleti, değişimi, insanca bir yaşamı, Kürt ve Kürdistan gerçekliğini kabul ederek, gerçek çözüm için kısa, orta ve uzun vadeli programlar uygulamayı gündemine alan, bunu samimi bir şekilde içselleştiren bir parti, bir güç ne yazık ki yoktur. En büyük tıkanma sebebi de budur. Kitleler değişim istediklerinde, hiç de güven vermeyen ‘al birini vur ötekine’ mealinden alternatiflere mahkum kalmaktadır.
Kürtler, sadece bir ‘seçmen’ değil; ‘bir taraf’ olduklarının idrakine varmalıdırlar
Türkiye’de umut yeşerten bir tablo söz konusu değilken; Kürtler açısından da durum bundan farklı değildir.
6 milyon Kürt oyunu alan, İstanbul’daki Kürt seçmen üzerinde de belirgin etkisi olan HDP’nin Eşgenel Başkanı Pervin Buldan ‘’Neden bizi de Samsun’daki Milli Mutabakat Fotoğrafı’nın içine almadınız?’’ diye yakınıyor; diğer Eşgenel Başkan Sezai Temelli ise, ‘’Seçim sonuçları, Ortak vatanımızda, demokratik cumhuriyetimizi kurma iradesini gösteriyor’’ diyor.
Evet, ne Türkiye’de gerçek bir demokrasi gücü var, ne de milyonlarca Kürt’ün oylarını alan ve kendisini ‘Türkiye partisi’ olarak ifade eden HDP, gerçek bir demokrasi, özgürlük, değişim ve Kürt sorununda eşitlik temelinde bir çözümü sunuyor. HDP, yalancı ‘demokrasi cephesi’ne ve Kürtlerin millet olarak varlığına bile tahammül edemeyen ‘Türkiyelilik’ cenderesine Kürtleri angaje ve entegre etmekle meşgul. ’Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus, Ortak Vatan’ ucubesi de işin diğer önemli bir boyutu.
Kürtlerin millet ve ülke olarak temel hak ve özgürlükleri sağlanmadan, Türkiye halkı açısından da demokrasisinin bir söylem olmaktan başka bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Bu gerçekliği örtbas etmeye ya da bulanıklaştırmaya dönük her girişim, sorunları ve çözümsüzlüğü derinleştirmekten öte bir rol oynamayacaktır.
Her şeyin çok güzel olacağına dair ne yazık ki elimizde hiçbir veri yok. Ama hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair elimizde birçok veri var.
Biz Kürt ve Kürdistanlılar açısından ilk ödev kendimiz olabilmektir; kendi meşru hak ve özgürlük taleplerimizle, ‘bir taraf’ olabilmektir.
1950’li yıllardan bu yana Türkiye’deki tüm iktidar değişimlerinin etkin gücü Kürtler olmuştur. Birini iktidardan indiren, diğerini iktidara taşıyan ana güç çoğu kez Kürtler olmuştur. Ama ne yazık ki, o günden bu yana, Kürtlerin bırakalım milli demokratik hak ve özgürlüklerini, kendi ana dillerini bile Türkiye Devleti’ne kabul ettiremedikleri acı gerçekliği de ortadadır.
Kürtler çok iktidar değiştirdiler ama kendileri olamadılar, kendileri için bir kazanım elde edemediler.
İşte 23 Haziran İstanbul seçimleri de bu acı, tarihsel gerçekliği bir kez daha bizlere yaşatacak gibi.
Evet, İstanbul seçimleri de bitti. Ama Türkiye’de yaşayan Kürtler açısından bir azınlık hakları, özgürlük, demokrasi ve adalet sorunu; Kürdistan halkı açısından ise bir millet ve ülkenin hak ve özgürlükleri sorunu, bir siyasi statü sorunu olan Kürt ve Kürdistan meselesi, hala tüm yakıcılığıyla orta yerde duruyor.
AKP, CHP, MHP, İyi Parti ve türevleri de HDP de Kürt sorununu çözemezler
AKP, CHP, MHP, İyi Parti ve türevlerinin bu sorunu çözmekten çok; değişik doz ve boyutlarda, öteleme ve çözümsüzlüğü derinleştirme ve tekçi paradigmayı devam ettirme siyasetini yürüttükleri açıktır. HDP’nin de mevcut siyasetiyle, Kürtleri bir taraf, bir millet olarak görüp çözüm geliştirmekten çok; ‘Türkiye vatandaşı bir seçmen’ derekesine indirdiğini ve bunu bir proje olarak uyguladığını söyleyebiliriz. Bu anlamda da, Kürt ve Kürdistan sorunun çözümünü bu partilerden beklemek boşa kürek çekmektir. 24 Haziran 2018 seçimlerindeki ilkeli ittifak önerimizle, her şeye rağmen, HDP’yi sorunun adını koyarak gerçekten de çözmek isteyenlerin tarafına getirmek için zorladık, ama ne yazık ki, birileri bunu engellediler; HDP’nin bir proje partisi olduğu kanıtlanırcasına sonuç almamızın önüne geçildi.
23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi sonuçları özellikle Erdoğan ve AKP için anlamlı mesajlar içermektedir. Seçimlerde Kürtlerin sergilemiş oldukları tutum, önümüzdeki dönem için hem Erdoğan'ın hem de CHP'nin, Kürt seçmenin gücünü görmeleri anlamında önemli bir duruşu ifade etmektedir.
Ama Kürtlerin bu güçlerini daha verimli, sonuç alıcı bir zemine taşıyabilmeleri için, öncelikle bizzat Kürtlerin "biz sadece seçmen değiliz; biz bir tarafız" idrakine varmaları ve bu idrakle, diğer kesimlerle ilişki tarzlarında, bundan sonra ‘bir taraf’ olarak davranmaları, çözümün anahtarı rolünü görecektir; boş destekçi olmaktan çıkılmalıdır.
Kürtleri sadece bir ‘destekçi ya da karşıt seçmen’ konumunda tutmaya dönük ciddi, stratejik planların uygulandığı açıktır.
Biz Kürt ve Kürdistan tarafı olarak ‘kendimiz’ olabilirsek; Türkiye’de de mevcut durumdan memnun olmayan, özgürlük, demokrasi, adalet ve daha yaşanılabilir bir yaşam özlemi içindeki Kürt dostu Türkiyeli potansiyeli de daha reel bir zeminde kazanabiliriz; birlikte hareket etmenin zeminlerini yaratabiliriz.
Kişilikli, kimliğine sahip çıkan ve yanlış halüsinasyonlar yaratmayan, doğru, milli, özgürlükçü, demokrat bir siyaset ve duruşla ve birleşerek, birleşik gücümüzle, makul bir siyaset ve yol haritasıyla, kitleler içinde çalışarak, çalışarak, çalışarak; işte böylesi bir anlayışla bizler için her şeyin güzel olacağı sürecin kapısını aralayabiliriz.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. İlke Haber’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.