Başbakan Erdoğan’ın büyük şanssızlığı, iktidarının karşısında, güçlü ve etkin olmayan bir muhalefetin bulunmasıdır.
Seçmeni kendilerinin daha iyisini yapacağına ikna etmiş bir muhalefet olsa idi Erdoğan bu kadar uzun süre iktidarda kalmaktan kurtulacaktı.
Madem ki iktidardadır ve 30 Mart seçimlerinin sonuçlarıyla malum olduğu gibi öngörülebilir bir gelecekte gidici de değildir, o halde zaman acımasız hükmünü Erdoğan üzerinde infaz etmeye devam edecektir.
Şanslı olsaydı, icraatının nihayet geri dönüp sahibini vuran bumerang etkisiyle yüz yüze gelmeyecek ve o kötü sonuçlarla siyasetteki alternatifi cebelleşiyor olacaktı.
Ama şanssız, çünkü alternatifi yok.
En büyük düşmanı ise zaman.
Çünkü zaman denen karşı konulmaz güç, aşırı, dengesiz, yanlış ve geçersiz olan her şeyin yıkıcısıdır.
Yanlış sistemler, kötü politikalar ve hatalı kararlar beceriksiz muhalefete belki dayanır ama zamana dayanamaz; er ya da geç çökerler, iflas ederler ve bedel ödetirler.
Bu sadece bir zaman meselesidir.
Büyük Çinli savaş teorisyeni San Tzu’nun bizde pek popüler olan veciz cümlelerinden biridir; “Nehrin kıyısında yeterince beklersen, düşmanlarının cesetlerinin suda sürüklenerek önünden geçtiğini görürsün”.
Bunu Erdoğan’ın vaziyetine uyarlayalım... Şöyle olurdu: “İktidarda çok uzun süre kaldığı için kurduğu yanlış sistemlerin çöküşü, izlediği kötü politikaların iflası ve aldığı hatalı kararların vahim sonuçları ile bizzat kendisi yüz yüze geliyor”.
Bu, bir yıldır aşağıdaki gibi oluyor:
AKP’nin maden sahalarında, siyasetin finansmanı ve kaynak aktarımı için kurduğu, minimum maliyet-maksimum kar esaslı kayırmacı sistem sonunda Soma’daki korkunç işçi katliamına sebebiyet verdi ve çöktü.
AKP’nin Gülen-Cemaati’yle kurduğu, tuhaf ve iki tarafın da hayrına ilelebet sürdürülmesi mümkün olmayan iktidar ortaklığı çökmekle kalmadı, 17 Aralık’tan bu yana feci gerçeklerin de faş edilmesiyle sonuçlanan bir iç savaşa yol açtı.
AKP’nin kısaca “böl ve yönet” şeklinde özetlenebilecek kutuplaştırıcı iktidar stratejisi ve baskıcı toplum mühendisliği politikaları, Gezi’deki toplumsal patlamaya neden oldu.
AKP’nin, ulusal güvenliği göz ardı eden ideolojik ve hayalci Suriye politikası Türkiye’yi sınır aşan terörizmin yumuşak hedefi haline getirdi; sonuç Reyhanlı’daki bombalı katliam oldu.
Burada durup, yakın geleceği ilgilendiren birkaç riskli konuya bakalım.
AKP, eski vesayet güçlerinin 2007’deki müdahalesine tepki olarak cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verdi ve bunun sonucunda yol açacağı vahamet henüz etraflıca öngörülemeyen hilkat garibesi bir siyasi sistemimiz oldu. Ağustostan itibaren sonuçlarını yaşayarak göreceğiz.
20 Mayıs’ta New York Times’ta “İstanbul’daki inşaat patlaması alarm veriyor” başlıklı ilginç bir haber yayımlandı. Haberde alıcı bekleyen konut stokunun 1,5 milyona ulaştığı bilgisi yer alıyordu ki bu rakam, ekonomi yavaşladıkça patlama ihtimali artan bir “konut balonu”nu işaret ediyor olabilir. Paranın dengesiz ve yanlış yönetimi de sonunda bedel ödetir.
Yüzde 43-45’lik muhafazakar seçmen desteğinin körleştirici etkisi ve toplumsal istikrarsızlığın güç kullanımıyla yönetilebileceğine duyulan aşırı güven, Türkiye’nin Alevi sorununun daha da patlayıcı bir hal almasına neden oluyor. İktidarın seçim gündemiyle de ilişkili olduğunu sandığımız kışkırtıcı söylemi riskleri artırıyor. Okmeydanı olaylarında bu gerçekler bir kez daha görülmüştür.
Tek doğrusu olarak geriye, kaynak aktarımı ve kimlik/kültür/sınıf siyasetiyle kendisine özdeş kıldığı bir seçmen desteği kalmış bulunan iktidarın bundan aldığı güçle yanlışlarını sürdürme lüksü, zaman tarafından öğütülmektedir. Başlıktaki, aslı Latince olan deyişin tahakkuku sadece bir zaman meselesidir (Omnes vulnerant, ultima necat).
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.