Gerilimi yüksek, temposu hızlı, etkileri sarsıcı olayların yaşandığı bir zamandan geçiyoruz. Türkiye ve bölgede gündem inanılmaz bir hızla değişiyor.
PKK’nin yol kesme eylemleriyle başlayan gerilim bir anda ve ironik bir şekilde dağdaki çocuklarını isteyen annelerin eylemleriyle aynı zamana denk geldi. Hükümetin, çözüm sürecini sürdürme konusundaki kararlılığını ortaya koymak amacıyla Diyarbakır’da gerçekleştirdiği ‘Türkiye’nin Açılan Kilidi Çözüm Süreci Çalıştayı’ daha doğru dürüst tartışılmadan Lice’de askerlerin aştığı ateş sonucu iki insanımız yaşamını yitirdi. Söz konusu ölümlerle sokaklar bir kez daha ısındı ve gerilim zirve yaptı. Bu arada cenaze törenine katılan bir göstericinin tel örgüleri aşarak Diyarbakır’da 2. Taktik Hava Kuvvetleri’nde direkteki bayrağı indirmesi bütün diğer olayları geride bıraktı. Radikal dinci Irak Şam İslam Devleti örgütü IŞİD’in Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirmesi ise bir anda hem bölgenin hem de dünyanın dikkatlerini bu noktaya çevirdi.
IŞİD’i besleyen iklim
Bu gün köktenci dinci olarak karşımıza çıkan siyasal akım, esas olarak Ortadoğu’nun demokrasi açısından çoraklaştırılmış ikliminden beslenip ortaya çıktı. Başka bir değişle bölgedeki teokratik dikta rejimlerinin estirdiği terör, ürettiği siyasi çürümüşlük ve toplumsal yozlaşma bataklığı, dinci radikalizmin yattığı bir kuluçkaya dönüştü. Buna, geçmişte ABD’nin Sovyetleri çevrelemek amacıyla başvurduğu ‘Yeşil kuşak’ politikasının etkilerini de eklemeli. Bölge devletlerinin, birbirlerine karşı kullanmak amacıyla söz konusu hareketlere inanılmaz destek sunduğu ise bir başka gerçek.
Daha somut olarak IŞİD ve Irak’a dönersek…
İkinci Körfez Savaşı sonrasında Irak ordusunun dağıtılması ve ABD’nin buna göz yumması, IŞİD gelişip güçlenmesinde bir dönüm noktası teşkil eder. Irak ordusunun dağılması, oradaki yüz binlerce savaş elemanını bir anda boşlukta bıraktı. Bir aşamadan sonra onları dinci radikal örgütlerin kucağına attı. Saddam’ın kimi yakın adamlarının Musul işgalinden sonra Irak’ta tekrar boy vermesi bu açıdan şaşırtıcı değil. Ama IŞİD, esas olarak son yıllarda Irak’ta yaşanan siyasi istikrarsızlıktan ve son dört yılda Suriye iç savaşının yol açtığı karışıklıktan güç devşirdi.
Öte yandan Baas rejiminin Şii versiyonuna soyunan Maliki yönetimi, izlediği baskıcı, benmerkezci ve ayırımcı politikalarla sadece Kürtleri karşısına almakla kalmadı aynı zamanda Sünni kesimi de Bağdat’tan soğuttu. Nuri el Maliki, Sünnileri Bağdat yönetiminden dışlayarak onları IŞİD’in kucağına itti. Maliki’nin Irak’ta mutlak bir iktidar peşinde olduğu, ülkenin askeri, ekonomik ve siyasi yönetimini hiç kimseyle paylaşmak istemediği artık bir sır değil. Bu durumun, zaten pamuk ipliği ile bağlı Irak’ı parçalanmanın eşiğine getirdiği bir süreden beri dile getiriliyor. Öte yandan Sünni toplumun Saddam rejiminin devrilmesiyle yaşadığı travmatik kırılma, IŞİD’e büyük bir siyasal ve toplumsal bir zemin sunuyor.
Hedef Kürdistan
Maliki yönetimi izlediği politikalarla IŞİD’i palazlandırdı ve şimdi de onun üzerinden Kürdistan’ı istikrarsızlığa sürüklemek istiyor. Musul’un, direnmeden IŞİD’e teslim edilmesi Maliki yönetiminin bu hesabı ile açıklanabilir ancak.
Bağdat yönetimi, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesine göz yumarak birkaç kuşu birden vurmak istemiş olabilir. Anayasal gelirleri gasp edilerek boğazı sıkılan Kürdistan Federe Bölgesi şimdi de IŞİD ile baskı altına alınıp istikrarsızlığa sürüklenmek istenmiş olabilir. Musul’un işgali ile bölgeye kaçan yüz binlerce mülteci daha şimdiden Kürdistan Bölgesi’ne ciddi bir ekonomik yük yüklemiş durumda. Söz konusu kitlesel göçün orada güç bela sağlanmış siyasal istikrarı olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmaz.
Öte yandan IŞİD’in Musul’u işgali, İran’ı bölgeye davet etmesi için Bağdat’a önemli bir gerekçe sunmuş durumda. İran, kendisi için de bir tehdit olarak algıladığı IŞİD’e karşı ortak mücadele etmek amacıyla şimdi Maliki ile safları daha çok sıklaştırabilir.
Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesinin Kürdistan Federe Bölgesi’nin petrol satışını gündeme getirdiği bir döneme gelmesi ayrıca düşündürücü. Musul, Irak petrolünün Türkiye’ye aktığı bir kavşak ve en önemli geçiş noktası. Musul’u ele geçiren IŞİD, böylece Kürdistan petrolünün ihracatına ciddi engeller çıkartacak bir pozisyon elde etmiş durumda.
Özetle, Musul geçmişte merkezi Irak yönetimi bakımından gözden çıkarılmış bir bölge sayılabilirdi. Ama şimdi IŞİD’n elindeki bir Musul, Kürdistan Bölgesi’ni vurmak için Maliki bakımından son derece önem kazanmış bulunuyor.
IŞİD bir siyasi sonuç
IŞİD ve benzeri şiddet örgütleri salt bir terör ve güvenlik sorunu olarak ele alınamazlar. Söz konusu olan, bölgedeki ve bir ölçüde dünyadaki siyasal, sosyal, ekonomik çarpıklıkların yol açtığı siyasi bir sonuçtur. IŞİD’in Musul’u işgali, hem söz konusu köktenci akımın oluşturduğu tehdidin ulaştığı boyutları göstermesi bakımından uyarıcı nitelikte, hem de dönüp onu besleyen siyasal ve toplumsal koşulları irdelemek bakımından bir fırsat. Bölgenin demokratikleştirilmesi bu gün en öncelikli ihtiyaç olarak görünüyor. Bütün etnik, dini ve kültürel kesimleri yönetimde söz ve karar sahibi kılacak; kadınları, gençleri, dışlanmışları, ötekileştirilmiş grupları kucaklayacak; kırılmış, darbelenmiş, incinmiş kesimlere onurlarını iade edecek katılımcı, çoğulcu ve özgürlükçü bir düzene ihtiyaç var.
Bu ise tek tek ülkelerin ve bölgenin iç dinamikleri ile tek başına olabilecek bir şey değil. Terör, özellikle de siyasal şiddet bu gün insanlığın ortak bir sorunu. Bu konuda Batıya ve özel olarak da ABD’ye büyük görev düşüyor. Sadece geçmişte bölgenin - istikrarsızlığa bu denli açık bir biçimde- parçalanmasındaki rollerinden dolayı değil, aynı zamanda bölgeye dönük süregelen bencil ve ilkesiz politikaları nedeniyle de mevcut durumda sorumlulukları var.
IŞİD’in Musul’u işgali ile ortaya çıkan tablo, El Kaide’nin Amerika’daki İkiz Kulelere gerçekleştirdiği saldırı kadar önemli bir olay. Ne var ki ABD o dönemde soruna salt bir terör olayı olarak odaklandı ve o gün izlediği sekter yaklaşımı ile bu güne uzanan gelişmelerin yolunu açtı. Ünlü düşünür Hannah Arendt’in dediği gibi ‘Şiddetle değişen bir dünya, ancak daha çok şiddetin var olduğu bir dünya olur.’ Evet, ABD, El Kaide’ye karşı başvurduğu şiddet politikası ile şiddeti toplumsallaştırdı ve onu içinden çıkılmaz hale getirdi.
Gelinen aşamada IŞİD ve benzeri akımlara karşı tek başına silahlı yöntemlerle mücadele edilemez. Kısa vadede belki bu da gerekli. Asıl yapılacak şey uluslar arası işbirliği ve siyasal yöntemlerle bu soruna çözüm bulmak için kafa yormaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.