Muhtemelen herkesin şahsi oy serüveni birbirine benziyor. Hem kendi oy verdiğim hem de Beşiktaş, Taksim civarında gezdiğim okullarda herkes sanki erkenden oy verirse sesini daha iyi duyuracakmış gibi bir ruh halindeydi. Ya da erkenden oy kullanılırsa sanki sonuçlar daha erken açıklanacak; öyle bir heyecan. Bir de herhangi bir usulsüzlüğe karşı herkesin gözleri dört olmuş. Mühürler tamam mı, o içeride neden uzun kaldı, sandık başkanı onu demekle yönlendirmiş olmuyor mu...
Takip etmekle mesul olduğum HDP’nin merkezinde de telefonlar susmuyordu; sandık görevlilerinden, müşahitlerden ve de partinin seçmenlerinden hem ihbar hem bolca soru geliyordu. Masalarda seçim kanunu açık; maddeler havada uçuşuyor. Tamam, Türkiye seçim tarihinin en olağanüstü seçimlerinden birini yaşadık ama HDP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel kendileri için her şeyin daha da olağanüstü olduğunu söylüyordu. Neden?
Bir kere kuruluş kongresini ekim ayında yapmış bir partiden söz ediyoruz. Bu kadar kısa bir süre içinde 54 ilde örgütlenerek seçime girebilmek normalin üzerinde bir gayret gerektiriyor. O yüzden dün en çok yorgunluk hikâyeleri anlatıyordu partililer birbirlerine.
İkincisi, otuzdan fazla seçim bürosu ırkçı saldırılara maruz kalmış, onlarca seçim otobüsü taşlanmış, tahrip edilmiş bir parti HDP. Örneğin Tuncel, Aksaray’da kimsenin yaralanmamasına şaşırdıkları saldırıyı anlatıyor. Daha ucuz olduğu için otobüslere dışarısını göstermeyen giydirme yapılmış, gelen taşları da görmüyorlar, can havliyle yere yatılıyor. Herkes bir sonraki durak Niğde’ye saçlarının dibi cam kırıklarıyla gidiyor sonra. Fethiye’de malum, partinin tabelası linççi bir grubun toplanmasıyla emniyet müdürü, kaymakam, belediye başkanı nezaretinde indirilmişti.
Fiziki saldırıların dışında, yerel seçimin karakter değiştirerek, genel seçime hatta referanduma dönmesiyle yine bir tür yıpranma payı sayılabilecek ‘oy bölme’ tartışmaları vardı bir de.
Eşbaşkanlar Sebahat Tuncel de Ertuğrul Kürkçü de bütün bunların ortasında daha sandıklar açılmadan “Biz kendimizi kazanmış sayıyoruz” diyorlardı. Gerçekten halaylar gün içinde başladı. Tuncel, sandıktan çıkacak demokrasi güçlerinin Türkiye’nin geleceğini şekillendireceğinden söz ediyordu. Kürkçü de bir kesim tarafından gözlerin AK Parti’nin oylarının düşmesine kilitlendiği noktada, yerine ne geleceğinin çok konuşulmadığından, milliyetçiliğin yükselişinin göz ardı edilişinden yakınıyordu.
Gün ve akşam şöyle geçti: Tarlabaşı’nda partinin basın merkezine küçükçe bir televizyon getirilmiş. Her şey mütevazı. Diğerleri atıyor mu bilmiyorum ama bir yandan da bayraklar, flamalar ziyan olmasın diye ayrıca didinen bir parti HDP. Bununla da övünen.
@@ Mücadeleye devam
16.00’dan itibaren BDP bölgesinden erken gelen sonuçlarla kutlamalar başladı merkezde. Seçim yasaklarının kalkmasıyla paralel evrenlerden bildirircesine farklı sonuçlar orada da kafaları karıştırdı. Telefon trafiği, YSK’dan doğru sonuç alma çabaları, yeni ihbarlar.
Akşam üstü Pınar Aydınlar’la birlikte eşbaşkan adayı olan Sırrı Süreyya Önder’in Ankara’da oyunu kullanması bilhassa sosyal medyada bir tartışmaya yol açtı. Bir aday kendi şehrinde nasıl oy vermezdi? “Evim oradayken sadece seçim için ikametgâhı İstanbul’a aldırmak sahtekârlık gibi geldi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy verememesine benzetiyorlarmış. Bir kere o hiç oy vermedi, ben verdim. Ankara’da üç MHP’li adaya karşı ihtiyaç da vardı zaten” diyordu.
Önder, net olmayan seçim sonuçlarına dair üç beş aylık bir parti için HDP’nin aldığı her oyun başarı olduğunu söylüyor. Somut önerilerle yerel politikanın konuşulması yerine seçimin bir referanduma döndürülmesinin iktidara propagandasını temellendirme konusunda fırsat verdiğini düşünüyor. BDP oylarını yükseltirken, HDP’nin Batı’daki performansına da kendileri adına ders çıkararak bakacaklarını ifade ediyor.
Gecenin sonunda yapılan basın toplantısını Tuncel’in şu sözleri özetliyordu aslında: “Risk almıştık. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.” O sırada İstanbul’da üçüncü parti olarak görünüyordu zaten her şeye rağmen.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.