• BIST 9549.89
  • Altın 3005.985
  • Dolar 34.5383
  • Euro 35.9979
  • İstanbul 3 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 1 °C
  • İzmir 7 °C
  • Berlin 3 °C

Hay Way Zaman

Orhan Miroğlu

Hay Way Zaman’ın Ankara galası da yapıldı. Nezahat ve Kazım Gündoğan çifti çok değerli bir hikaye anlatıyorlar.. Dersim’in yüzlerce kayıp kızlarından birinin hikayesini, gözyaşları içinde izliyor ve film bittiğinde içinde bulunduğunuz zamanı adeta unutuyor, kendinizi bir karabasanın içinden uyanmış gibi hissediyorsunuz.

O karabasanın içinde kimler yok ki..

İsmet İnönü, Mustafa Kemal, Celal Bayar, Abdullah Alpdoğan Paşa ‘manevi kız’ Sabiha ve sair efratlar, yani kavruk Anadolu çocukları, yani Kürtlerle, Domuz ve Kurt arasında bir fark görmemesi sağlanarak harekata sürülmüş askerler.. Asıl efratların hiçbiri bugün yaşamıyor.. Ama sair efratların bazıları yüzyılı çoktan devirmiş olsalar da hayattalar. Dersim’e nasıl kıydıklarını, her şey sanki dün yaşanmış gibi anlattılar.. Çok insan öldü dediler, ölenlerin bir suçu yoktu, aslına bakarsanız ortada bir isyan filan da yoktu dediler..

***

Bir on yıl kadar oluyor..

Dersim katliamından sağ kurtulmuş ve harekattan sonra, İstanbul’a yerleşmiş bir mağduru dinlemiştim.

Anlattığına göre, katliamdan kurtulanlar İstanbul’da hamallık yaparak hayata tutunmaya çalışmıştı. Dersimli Dr. Sait Kırmızıtoprak işte bu Dersimli hamallarla-ki sayılarının o vakitler 10 bin civarında olduğu söyleniyor- 1960’lı yıllarda çok dostluklar kurmuş ve Kırmızıtoprak 49’lar davasından tutuklandığında hamal dostları onu cezaevinde yalnız bırakmamış, ziyaretine gelmiş, ihtiyaçlarını karşılamış ve kazançlarını hemşerileriyle paylaşmışlardı. Kırmızıtoprak ve hamallar arasındaki bu dostluğa 49’lar davasından tutuklu olan diğer Kürt aydınları bile şaşıp kalmışlardı.. (Orhan Miroğlu-Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı/Canip Yıldırım-Everest Yayınları)

***

Benim Dersim’de karşılaştım amcanın yolu, İstanbul’da Dr. Sait Kırmızıtoprak’la değil ama Abdullah Alpdoğan Paşa’yla kesişmişti. Bir gün sırtına bir yağ tenekesi yüklenir, eline bir adres verilir. Sırtında yağ tenekesi, o adresin olduğu binayı bulur ve tarif edilen dairenin zilini çalar. Yaşlı bir kadın açar kapıyı ve onu içeriye alır. Sırtındaki yağ tenekesini indirip geri dönmeye hazırlanırken içerden bir ses duyulur.

Salonda olduğu anlaşılan bir adam, belli ki eşi olan kadına, gelenin kim olduğunu sorar. Kadın bir hamalın geldiğini ve ısmarladıkları yağı getirdiğini söyler. Bunun üzerine adam karısına, ‘Gönderme onu, beklesin’ diye seslenir.. Sonra salondan çıkıp hole doğru gelir. Kısa boylu, esmer ve yaşlıca olan bu adam, hamala yaklaşır ve aralarında şu diyalog geçer:

- Nerelisin evladım?

- Dersimli’yim efendim

- Beni tanıdın mı?

- Hayır efendim, sizi tanımadım.

- Evladım ben size kıyan Alpdoğan Paşa’yım. Bugün olsa yine kıyarım, hiç pişman değilim..

Dersimli hamal susar, susmayıp ne yapacak ki zaten..

Ama Alpdoğan Paşa konuşmaya devam eder. Her nedense harekat sırasında en çok kıydığı aşiretlerden söz eder. Sonra da o aşiretlerden İstanbul’da yaşayan var mı diye sorar. Hamal evet var diye cevap verince, ‘bana’ der, ‘onları bulup buraya getirir misin, onları görmek istiyorum.’ Hamal o aşiretlere mensup insanları bulup Alpdoğan Paşa’nın evine getireceğine söz verir. Ama korkudan bir daha o semte bile uğramaz..

***

Ne tuhaf..

Alpdoğan Paşa, hem Dersim kıyımını itiraf ediyor, bugün olsa bir daha yaparım diyor, hem de bu kıyımdan kurtulanları evine davet ediyor..

Alpdoğan Paşa, aslında, Dersim hadisesini ‘devrim şartlarında olabilecek bir hadise’ ve normal bir şey gibi görüyor. Ama kıyıma uğrayan insanların arasında, harekattan önce muhtemelen dost olduğu insanlar da vardı. Ekmeklerini yediği, sularını içtiği insanlar. Ama işte her ne olmuşsa olmuş ve içlerinde ekmeğini yediği, sularını içtiği insanların da olduğu korkunç bir katliama yetkili bir general bir bölge müfettişi olarak imza atmıştı.

Yıllar sonra bile, katliamdan sağ kurtulmuş bir Dersimli’ye pişmanlık duymamak anlamında olsa gerek ‘Bugün olsa sizi yeniden kıyarım’ diyebiliyor, ama kıydığı insanları da yıllar sonra görme isteğinde bulunuyor..

Trajediye yol açan ideolojiye sadakat ve insan vicdanı arasındaki kadim çelişki. Bu çelişkiyi hala yaşayan, kıyımı mahkum ederken, kıyıma yol açan ideolojiyi kutsamaya devam eden ve bugün dahi bu yaman çelişkiden kendilerini kurtaramayanlar var.

Olup bitenlere herkes gibi oturup ağlarlar, ama onları ağlatan hadiselerin müsebbiplerine toz kondurmazlar.

Hay Way Zaman’ın kimi sahnelerinde İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’in harekattan birinci derecede sorumlu gösterilmesine de muhtemelen üzülmüşlerdir.

***

Hay Way Zaman’ın galası çok kalabalıktı. Sema Kaygusuz’un hazırladığı konuşmanın tam metin olarak gazetelerin birinci sayfalarında yer alması ne iyi olurdu. Böyle bir film ancak bu kadar güzel takdim edilebilir. Ne tek kelime eksik, ne tek kelime fazlası vardı Kaygusuz’un.. Duygu dolu, his dolu, merhamet dolu kelimeleri yağmur taneleri gibi salona savurdu gitti Sema Kaygusuz..

Salondaki, bütün koltuklar doluydu, filmi ayakta izleyenler oldu. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da galadaydı. Bir mağdur olarak, ailesinden birçok kişiyi kaybetmiş biri olarak filmi izlerken kim bilir ne kadar acı çekti.. Bu filmden sonra keşke bir gazeteci Sayın Kılıçdaroğlu’na mikrofon tutsa ve upuzun bir söyleşi yapabilseydi diye geçirdim içimden. Onun Dersim için, kendi trajedisi için söyledikleri geldi aklıma. Filmi izlerken, ne düşündüğünü merak edip durdum..

Bu tür belgeselleri seyrettikten sonra susmamak lazım.

Bu filmler, seyredenlerin kanaatlerinde bir değişime yol açıyor mu, açmıyor mu, katliamdan kurtulanlarla, katliamı yapanların birebir anlatıcılar olduğu bu muhteşem filmlere rağmen, insanların bir kısmı, hala da, ‘Dersim hadisesi devrim şartlarında normal’ demeye devam mı edecek, bu konuyu muhataplarıyla ve özellikle de Sayın Kılıçdaroğlu gibi mağdurlarla söyleşmeden, konuşmadan nasıl anlayabiliriz ki?

Bakın Emoş Gülver ne diyor: ‘Eğer okumuş olsaydım, bu hayatım koca bir roman olacaktı..’ Filmin bir yerinde, böyle diyor Emoş Ana.

Hikayelerin gücüne inanıyor o. Ama ne fayda, eli kalem tutmuyor ki! Tutsa oturup kendi romanını yazacak.

Neyse ki, Emoş Ana’nın hikayesini, inkarın ve suskuluğun elinden çekip çıkarabilen Nezahat ve Kazım Gündoğan gibi değerli insanlar var.

Onlar olmasa Emoş Ana’nın hikayesi hepten ölüydü!

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89