Bir gazeteci olarak Türkiye’deki vahim tabloyu anlamak için illa da sahalara inmek, özel kaynaklarla sohbet, konunun uzmanlarıyla mülakata gerek yok. Son üç haftadır çifte zatürreeden halen yatmakta olduğum hastaneden de her şey gayet net şekilde görülüyor, anlaşılıyor.
İçinde bulunduğumuz durum Başbakan’ın iddia ettiği gibi Türkiye’ye düşmanlık besleyen dış odaklarla el ele vermiş bir “paralel devlete” karşı güdülen demokrasi mücadelesi değil. Durum, Nuray Mert’in T24 sitesinde 14.01.2014 tarihinde yayınlanan yazısında ifade ettiği gibi, çöken bir ittifaktan ve bunun tetiklediği savaştan ibaret. Tarafların biri Fethullah Gülen Cemaati. Diğeri de halkın oylarıyla seçilmiş siyasi iktidar. Aralarındaki güç mücadelesi geriye dönüşü olmayan bir mecraya girince taraflar nükleer düğmeye basıyor. AK Parti dershaneleri kapatmaya karar veriyor. Gülen Cemaati ise AK Parti’ye ilişkin yolsuzluk iddialarını patlatıyor.
Bir ideoloji veya çıkar etrafında örgütlenen bir yapının devlete kümelenerek vesayeti altına alması asla kabul edilemez. Ancak hangi saiklarla olursa olsun önümüze serilen kirli çamaşırlar bir “komplo” olarak geçiştirilecek cinsten değil. Ayakkabı kutuları içerisindeki milyonlarca dolarlar. Para sayma makineleri. O paralar operasyonu yürüten polisler tarafından konsaydı, neden tutuklanan Halk Bank müdürü paralar için “imam- hatip okuluna bağış yapacaktım” şeklinde açıklama yapma ihtiyacı duydu? Hükümeti belki de en çok da zan altında bırakan sözler kendi içinden, istifa etmek zorunda bırakılan Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan geldi: “Soruşturma dosyasındaki imar planları Başbakan’ın onayı ile yapılmıştır. Başbakan’ın istifa etmesi gerekir.”
Peki, hükümetin tepkisi ne oldu? Olup biteni tümüyle şeytanlaştırdığı Gülen Cemaati ve sözde dış hamilerinin üzerine yıkmak. Mümkün mertebe yolsuzluk iddialarını geçiştirmek. Var gücüyle olası yeni operasyonların önünü kesmek. Bu yolda hukuku, kuvvetler ayrılığını ve son kertede demokrasiyi ayaklar altına almak. Başbakan’ın kulaklara fısıldadığı mesaj az buçuk şu: “Bana güvenin. Demokrasimizi bu karanlık güçlerin elinden kurtarmak daha da pekiştirmek için demokrasimizden geçici ödünler vermek zorundayız.” Netice ortada. Piyasalar tepetaklak. Devlet kurumların birbirine girdiği, kaos görüntüsü veren bir Türkiye var karşımızda.
Diyebilirsiniz ki olup bitende Cemaat’in hiç mi dahli yok? Doğru, Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Oda TV ve KCK davalarıyla “Cemaat devlete sızmış” algısı iyice pekişti. Şantaj kasetleri, sahte deliller üreterek devletin sağladığı araçları kendi düşmanlarını bertaraf etmek için kullandı kanaati yayıldı. Ama hükümet bunu yıllardır bilip duruyor. Şimdilerde “Numan Kurtuluş’a şantaj yapmaya kalktılar” diye yakınan Başbakan MHP’lilerin namahrem kasetleri yayınlandığında meydanlarda “bunlar özel değil genel genel,” diye alay etmişti. Peki, Fethullah Gülen’in gizlice kaydedilmiş konuşmalarını kimler piyasaya sürdü?
Varsayalım ki camia her gelen hükümeti rehin alacak güce erişti. Bunun çaresi cadı avına çıkarak her önüne geleni cemaatçi diye tasfiye etmek, devletin tüm kurumlarını kendine bağlamak değil. Çare zaten her daim dış müdahaleye açık olan sistemdeki yapısal problemleri muhalefet ile uzlaşarak çözmek. Sahi, Yargımız, Emniyetimiz ne zaman “bağımsızdı”? Ama hükümet ne yazık ki bu yolu seçmiyor. Tersine “bana bugünlerde hesap soran vatan hainidir” demeye getiriyor. Tıpkı MİT’in muamma kamyonları vakasında olduğu gibi.
İŞİN ÖZÜ
Hâlihazırda Türkiye’nin kaderini üç adam şekillendiriyor. Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan. Her birine kendi taraftarlarınca, asla eleştirilemez, dokunulamaz gözüyle bakılıyor. Bu coğrafyanın insanı güçlü liderleri seviyor. İradelerini, beyinlerini onlara teslim etmekte, sloganlarını sorgulamadan papağan gibi tekrarlamakta en ufak beis görmüyor. Oysa vatandaş olarak güvenimizin esas kaynağı yeni demokratik anayasayla taçlandırılmış herkese eşit mesafede duran laik hukuk devleti olmalıydı. Demokrasi aynı zamanda bir kültür meselesi. O kültür bu topraklarda henüz kök salmadı. Başka bir ifadeyle Türkiye’nin içinde bulunduğu krizde hepimizin payı var.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.