Mesele, Milliyet gazetesinin BDP heyetiyle Öcalan arasındaki görüşmeyi yayımlaması üzerine, Başbakan’ın bunu eleştirirken Cemal’in bir cümlesini kullanmasıyla tetiklenmişti.
Gazetenin sahibi Demirören, Cemal’in yazılarına ara vermesini istemiş, iki haftalık aradan sonra gelen yazı basılmamış, böylece Cemal gazeteden ayrılmıştı. Milliyet yazı işleri sorunun nedeni olarak Hasan Cemal’in ‘medyadaki sermaye yapısı’ hakkındaki sözlerinde ısrarcı olmasını gösterdi ve kendilerinin bu ‘sermaye yapısı’ ile birlikte çalışma kararını çoktan verdiklerini ifade etti. Ayrıca bu ‘yapıyı’ bildiğine göre, Cemal’in kendi yazısını değiştirmemesinin gazeteden ayrılma kararını çoktan verdiğine işaret ettiği de vurgulandı. Bu değerlendirme muhtemelen doğruydu. Hasan Cemal, ısrarının ne anlama geldiğini tabii ki biliyordu… Ama muhtemelen gazetesine bir fırsat yaratmak istedi.
Söz konusu basılmayan yazıyı başka medya organlarında okuduk. Eleştirel bakışını bizzat kendisine de yönelten, dengeli, yapıcı, mükemmele yaklaşan bir yazıydı. O günlerde olay Cemal’in yazıp yazmaması üzerinde yoğunlaştığı için içerik üzerinde fazla durulmadı. Ama şimdi o yazıyı yeniden ele almanın zamanı… ‘Gazetecilik ve gazeteler üzerine’ başlığını koyduğu yazısında Hasan Cemal, Türkiye’deki ‘medya yapısını’ masaya yatırıyor ve üç sorun alanı tespit ediyordu. 1) Siyaset ile gazetecilik arasındaki ilişki, 2) İktidar ile medya patronları arasındaki ilişki ve 3) Gazeteciler ile gazetecilik arasındaki ilişki.
İlk konu siyaset ile gazetecilik arasındaki mesafenin belirsizliğine ve ‘kısalığına’ dikkat çekmekteydi. Türkiye’de siyasetçiler genelde neyin doğru olduğunu bildiklerinden hareketle ‘doğru gazeteciliğin’ de nasıl yapılacağını bildiklerini sanabiliyorlar. Oysa bu mesleğin demokratik ülkelerde belirli ilkeleri var ve bu ilkelerin çizdiği çerçeve içinde özgürlüklerin sonuna kadar kullanılmasına olanak açmak gerekiyor. Buna karşılık Cemal’in de altını çizdiği üzere gazeteciliğin sorumluluğundan da söz etmek mümkün, ama bunun siyasetin tanımladığı bir sorumluluk olamayacağını da sindirmek gerekiyor. Bu önermelere eklenecek iki nokta var: Birincisi, nasıl gazeteciler siyaseti eleştiriyorsa, siyasetçilerin de gazeteciliği eleştirmesinin doğal olduğu. Sorun eleştirinin bir tehdit veya yaptırıma dönüşmesinden kaynaklanıyor ve bu ilişkide kim zayıfsa onun ‘yapısı’ sarsılıyor. Diğer deyişle mesele Başbakan’ın eleştirisi değil, bu eleştirinin sağlıksız bir siyaset/medya ilişkisi üzerine oturması ve medyanın siyaset karşısındaki kronik kişiliksizliği. İkincisi ‘ya gazeteciler kendilerini siyasetçi sanmaya başlarsa?’ sorusu. Çünkü Cemal’in ‘herkes kendi işini yapsın’ önermesi bazen gazetecilik tarafında da suiistimal edilebiliyor. Nitekim bunun örneklerinden birini Ergenekon davasından takip etmekteyiz. Gazetecinin siyasi işlev yüklenmesi durumunda yaptığı gazeteciliğin siyasi analize ve yaptırıma tabi olmasına çok şaşırmamak gerek.
Hasan Cemal o yazıda bu soruları sormamıştı ama asıl ağırlığı taşıyan iktidar/medya patronları ilişkisine girdiğinde bu soruların farkında olduğu anlaşılmaktaydı. Cemal iktidar odaklarının siyaseti belirleme arzusu ile medya patronlarının gazetecilik dışı ekonomik faaliyetlerde iktidar desteği aramaları arasındaki derin münasebeti çok açık seçik bir biçimde anlatmıştı… Gazete sahipliğinin ve gazeteciliğin bir nüfuz kazanma aracı olarak algılandığı bir medya dünyasında yaşadığımızın altını çizmişti. Buna siyasi ayrışma dönemlerinde doğrudan siyaseti belirlemeyi hedefleyen ve kendilerini siyasetten üstün gören bir medya patronluğuna hızla meyledilmesini de ekleyelim. Kısacası mesele medyanın ‘gazetecilik’ işlevini ikincil kılan bir yapıya sahip olması ve bunun sorumluluğu devlet ve iktidar anlayışından çok bizzat medya aktörlerine düşmekte.
Ancak Hasan Cemal irdelemesini bu noktada da bırakmamıştı… Çünkü sonuçta her şey gazetecilerin tutumunda billurlaşıyor: “Gazeteci eliti’nin iktidar-medya ilişkilerini rayından saptıran ya da rayında tutamayan rollerini de akılda tutmak lazım… Yöneticiler –ve önde gelen yazarlar– bu ülkede gazeteciliği güç odaklarına karşı olduğu kadar patronlara karşı, hatta patronlara rağmen savunmakta da başarılı olamadılar.” Yani aslında gazeteciliğin ‘evrensel ilkelerini’ hak etmediler…
Hasan Cemal yazısını ‘siyasetçi’ ile başlatıp ‘gazeteci’ ile bitirmişti. Dışarıdan gelen etkileme girişimlerinin ancak gazetecilerin ve gazeteciliğin zaafı nedeniyle işlevsel olduğunu, esas sorunun gazeteciliğin yapısından kaynaklandığını bilerek…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.